Dişçilerim

Söz konusu sağlık ise hiç meraklı değilimdir. Sorun çıkarsa doktora giderim ve ne derse onu yaparım. Eğer doktorun teşhisi iç açıcı değilse başka bir doktor da aramam. Bu arayışın benim için anlamlı olabilmesi için hangi doktorun doğruyu söylediğini anlayabilmem lazım. Bunun için de altı yıl okumak hiç de anlamlı gelmiyor bana. Hem doktorun dediği kadar kötü bir şeyse o zamana kadar zaten ölürüm.

Dişçiye ilk gittiğimde üniversitedeydim. Dişlerimden birini çekmek, diğerine de kocaman bir dolgu yapmak zorunda kalmıştı. Ondan sonra bir daha üniversite bitince dişçiye gittim. Kendimi ilk kez bir Alman dişçiye emanet ediyordum ama bu da dişçiydi nasıl olsa. Bu dişçim ne yapacağını pek anlatmazdı, ya da ben anlamazdım. Neyse işte, ilk işlerinden birinde üst dişlerimden birine (12 numaralı olanı) çubuğun ucunda bir şey değdirdi ve hissedip hissetmediğimi sordu. Hissetmediğimi söyleyince matkapla delmeye başladı (evet, iğne yapmadı). Ne olduğunu bilmediğim metal aletlerle oymaya devam etti. Ne olduğunu bilmiyordum çünkü görmüyordum. Normal dolgu işlemlerinden farklı bir şeye benziyordu ama. İşlem bitince haftaya gelmemi, kaldığı yerden devam edeceğini söyledi. Peki diyip çıktım. Haftaya tedaviyi bitirdi. Çok memnun kalmıştım. Yaptığı işlemin kök tedavisi olduğunu eve hesap geldiğinde öğrenmiştim.

Bu dişçim bundan başka dolgularımı yenilemekle uğraştı ve yaptığı işler hep çok iyiydi. Bir gün ben yine koltukta işlemleri beklerken geldi ve yeni bir asistanının olduğunu, benim tedavime asistanın bakıp bakamayacağını sordu. Eğer doktorum asistana güveniyorsa ben de güvenebilirdim. Tabii ki dedim. Standard bir dolgu işiydi. Ağzıma yine metal bir şeyler koydu, deldi, oydu filan. Sonra sıra metal şeyleri ağzımdan çıkarmaya geldiğinde gördüğüm manzara üzerine küçük bir korku yaşadım. Asistan iki eliyle metal şeye asılırken bir elinde ucu oldukça sivri metal bir çubuk tutuyordu ve bu metalin sivri ucu gözüme çok yakındı. Yakında da bir göz doktoru ya da acil servis yoktu ama ben yine doktor o, nasıl olsa ne yaptığını biliyordur diye düşünerek korkumu yenebildim. Kazasız, belasız o dolgu da hallolmuştu. Bir sonrakinde ama doktor eğer asistan ister miyim diye sorarsa kendisinin yapmasını istemeye karar vermiştim ki bir daha başka bir sefer olmadı. Duyduğuma göre benim dişçim ruhsal sorunlarla boğuşuyormuş ve neyse ki başarısız bir intihar denemesinden sonra muayenehaneyi kapatıp başka bir şehre gitmiş.

Bu talihsizlik üzerine yeni bir dişçi aramaya başladım. Buna aramak denemez tabii. Bana söylenen ilk dişçiye gittim. Bu dişçimden de memnundum, ağzımda yapılacak bir şey yoktu. Yılda iki kere diş temizliğinden başka bir işimiz olmuyordu. Sadece diş eti kanamalarına karşı bir sürü ilaç tavsiye ediyordu. “Doktor değil mi, ondan iyi mi bileceğim?” diyerek hepsini (tamam, bir kısmını) de alıyordum. Bir keresinde de diş eti kanamasının ne kadar önemli olduğunu anlatmak için örnekler vermişti. “Bir süre önce bir hastam öldü, onun ciddi bir diş eti kanaması sorunu vardı. 93 yaşındaydı. Bir diğerini de geçen hafta kaybettik, 78 yaşındaydı.” Tanıdığım akrabalarım içinde bu kadar uzun yaşayan hiç kimse olmadığından diş eti kanamasının belki de iyi bir şey olduğuna inanmaya başlamak üzereydim ki sıra o günkü tedaviye geldi. “Bazen vücut neye ihtiyacı olduğunu doktorlardan daha iyi bilir” dedi. Mantıklı dedim ve dişçim konuşmaya devam etti. “Şimdi bana birle yirmiüç arasında üç sayı söyleyin”. Üç sayı söyledim. Bana bir katalogdan bu sayılara karşılık gelen bileşikleri gösterdi ve mantıklı seçimler olduğunu vurgulamak için de bunların benim sorunlarımla nasıl ilgili olduğunu anlatmaya başladı. Güzel hikaye diye dinliyordum ki bunları nereden alacağımı filan da söylemeye başladı. Hemen mi almam lazım deyince yok, önce başka bir iki tedavi yapması gerektiğini söyledi. Ben de iyi dedim. Uzun zamandır homeopatiyle tanışmış olduğumu da o zaman anladım. Bir taraftan bu kadarı da fazla artık diye düşünürken diğer taraftan bu dişçiden pek vaz geçmek istemiyordum. Yılda iki kere diş temizliğinden başka bir sorunum yoktu, her şey yolundaydı. Tamam, bana her gidişimde bir ton homeopatik ilaç öneriyordu, reçete filan yazıyordu ama ben zaten bunların çok azını alıyordum ve sorduğunda da kullanıyorum, işe yaramıyor diyordum.

Yalan dolan ilişkimiz böyle devam etti. Ta ki kök tedavisi yapılan dişimdeki dolgu düşene kadar. Ağrı filan yoktu ama dişimin sivri tarafları dilimi rahatsız ettiğinden hemen dişçiye gittim. “Çok kolay bir işlem, hemen hallederiz” dedi. Koltuğa oturdum ve o da iğneyi hazırladı. İğneyi yaparken çıkardığı “Oooo” sesi bu işin hemen bitmeyeceğinin habercisiydi. İşlemi hemen kesti. Bu dişi çekmesi gerekiyormuş. Haftaya gelmemi ve işlemden önce bir antibiyotiğe başlamam gerektiğini söyledi. Diş çekilene kadar dayanacak uyduruk bir dolgu yaptı. İşlemin bugünlük de olsa bitmiş olması beni garip bir şekilde rahatlatmıştı ama haftaya ikinci dişimi de kaybedecektim. Nedense bu o kadar rahatsız etmiyordu henüz.

Tabii ki antibiyotiğe başladım ve haftaya randevuma gittim. İğne yapıldı ve gözlerimi kapattım. Bir dakika sonra diş çekilmişti. İlk dişimin çekilişini hatırlıyordum da bu kadar kolay olmamıştı. Heralde teknikler çok ilerledi bu arada dedim. Dişçim de “İki hafta sonra temizleme için randevu alın, ayrıca çekilen dişiniz de bu” dedi ve ben gözlerimi kaçıramadan o kadar tedaviden sonra dişten geriye kalan parçayı görmek zorunda kaldım. Bu sırada da o dişi neden çekmesi gerektiğini filan anlatıyordu ama beynim artık kaçmak için yeterli adrenalini salgılatıp kendini devre dışı bıraktığından kafamı sallayıp hemen çıktım.

İki hafta sonra diş temizletmek için yine gittim. Her zamanki gibi koltuğa oturdum ve  beklemeye başladım. O sırada yardımcısı geldi, malzemeleri küçük masanın üzerine dizdi. “Doktor şimdi gelecek” dedi. Önce şaşırdım ama olsun dedim, genelde bu işleri doktorun asistanları yapardı. Basit bir diş temizliği için koca doktoru yormaya ne gerek vardı ki? Bu sırada gözüm masanın üzerindeki aletlere kaydı. Hepsi tanıdık şeylerdi. Küçük makas hariç! Makas mı? Hiçbir diş temizleme seansında makas kullanılmamıştı. Birden o zamana kadar dişçilerden hiç korkmamış olduğumu hatırladım. Belki de artık korkmaya başlamanın zamanı gelmişti. Panik içinde buna nasıl başlayacağımı düşünmeye başladım. Hazırlıksız yakalanmıştım. Lanet olası tecrübesizlik. Neyse ki bu bocalamayı üzerimden hemen attım ve kararımı verdim. Terlemeliydim. Evet, bu gibi durumlarda küçük hedeflerle başlamak iyi fikir olabilirdi. Planımı hemen uygulamaya koydum.

Doktor geldi ve temizleme işlemine başladı. Gözlerimi kapatmama rağmen sürekli çekilen diş bölgesinde çalışmasından düşündüğüm diş temizlemesi olmadığını anlamıştım artık. Yaklaşık yarım saat üst çenemi oydu. Neyse ki acı hissetmiyordum ama arada başka korkular da geliştiriyordum. İçimde dar alanda yaptığı her hareketin yandaki dişleri de yerinden sökeceği gibi bir inanç oluşmaya başladı. Bu sırada sürekli daha yukarı doğru oymaya devam ediyordu. Heralde çenemin yarısını oyup dışarı almıştı. İğnenin etkisi de azalıyor gibi geliyordu bana ama artık neyin gerçek neyin korkularımın abartısı olduğunu fark edemiyordum ki doktorumun yardımcısına “Şu an neredeyim bilmiyorum” dediğini duydum. Bu kadar acemi olmasaydım bu işaretle beraber bayılabilirdim ama beceremedim. Sadece en iyi yapabildiğim şeyi yaptım ve daha çok terledim. Hatta biraz da ağlamaya başlamış olmalıyım ki doktor bugünlük bu kadar yeter dedi ve deliği kapatmaya başladı. Sonra da dikiş attı. Sanırım hayatımda bana ilk kez dikiş atılıyordu ve tabii ki bu sırada bütün vücudum kasılmış bir durumda nefes almamaya çalışırken terlemeye devam ediyordum. Dişçim ise bu başarılı işlemin ardından “bir ay sonra kalan kısmı temizleriz, çeneye de kemik yerine bir malzeme koyarız, zaten az kaldı” diye anlatmaya başladı. Ben ise bu yarım saat içinde o kadar çok enerji harcamıştım ki kaçıp gidemiyordum.

O bir ay kolay geçti, çabucak iyileştim. Sadece bu işlemin ya da bir benzerinin bir aydan daha kısa bir süre sonra tekrarlanacak olması canımı sıkıyordu. Kaçış yoktu ama, dişçi buna gerek var diyorsa yapılacaktı. O bir ay çabuk geçti. Yine antibiyotik ile hazırlıklara başladım ve dişçiye gittim. Makas bu sefer sürpriz olmamıştı ama vücudum doktorun çabalarına daha çok karşı koymaya çalışıyordu. O gün müdahale daha kısa sürdü, yani dişçim daha çabuk pes etti. Dikiş atma bu sefer uzun sürdü, hatta kanamayı tam durduramamış olacak ki üzerine bir de çabuk sertleşen hamur gibi bir malzeme de koydu. Bu katman hoşuma gitmişti, ağzımda kan tadı olmaması çok rahatlatıcıydı. Ertesi gün raporluydum, sadece kontrole gidecektim.

Sabah hafif şişmiş yüzümle evden çıktım. İstasyona giderken işe giden bir arkadaş arabasıyla durdu ve beni işe götürebileceğini söyledi. Raporlu olduğumu söyledim, teşekkür ettim. Kontrolde bir şey çıkmadı. Ertesi gün de nöbetçi olduğunu söyledi ve bir sorun olursa gelebileceğimi söyledi. O ana kadar cumartesileri doktorların çalıştığını bilmiyordum ama mantıklı geldi tabii ki.

Cumartesi sabahı yüzümün iki tarafı da korkunç şişmişti. Sabah dişçiye gittik. Hemen koltuğuma geçtim ve doktoru beklemeye başladım. Tek sorunlu hasta ben değildim. Sıra bana geldiğinde doktor o hamurumsu tabakayı çıkardı ve yaraya dokundu, baktı. Sorunun ne olduğunu çözemiyordu. O sırada başka bir hastayı oradan alıp hastaneye götürmek için çağırılmış olan ilk yardım ekibinden birini getirdi ve onun fikrini sordu. O da “Hastaneye götürebilirim ama orada da pek bir şey yapamazlar, hafta sonu uzmanlar yoktur” dedi. Ben de içimden “Hastaneye gitmeyeyim ama ölmeyeyim de” diye tekrarlayarak seçmen şapkayı ikna etmeye çalışıyordum. Neyse ki doktorum hastaneye gitmeye gerek yok o zaman dedi ama hafta başı yakındaki bir cerrahtan randevu alacağını söyledi. Eve dönüp randevuyu beklemeye başladım. Geceleri şişlik iniyordu ve gün boyunca yine büyüyordu. Pazartesi günü randevunun salı gününe alınmış olduğunu öğrendim.

Salı cerraha gittim. Hayatta gördüğüm en harika dişçi kliniği idi. Güzel dekor, kalabalık ve ilgili bir kadro. Sıra bana gelince hemen işleme başlanacak sandım ama doktor durumu anlatmamı bekliyordu. Dişçimin beşyüz metre öteye dosyamı ve bütün gerekli bilgileri iletebilmiş olması gerektiğini sanıyordum ama anlaşılan Alman doktorlarından çok şey beklemişim. Bu cerrah yaraya sadece baktı, çok az dokundu (benim dişçim yaraya çok daha sert dokunuyordu) ve “antibiyotiğe bir süre daha devam edin, geçecek. Her gün kısa bir kontrole gelin ama.” dedi. Geçebilir değil, geçecek dedi. Sonunda işi bilen birisi diye rahatladım tabii. Kontroller de sorunsuz geçti.

Birkaç gün sonra şirkette yaranın olduğu yerde dilimle bir şey hissettim. Ağzımda o güne kadar öyle bir şey yoktu. Hemen panikle aynaya koştum. Bütün bu cerrahi müdahaleler boyunca korkumdan ağzıma bir kere bile bakmamıştım. Şimdi bunu yapacaktım ve tabii ki normalden daha fazla korkarak. Ağzımı biraz açtım. Henüz yara görünmüyordu. Çok iyi. Üst dudağımı parmağımın da yardımıyla biraz kaldırdım. Biraz daha kaldırdım. Yaraya az kalmıştı. Biraz daha kaldırınca siyah bir şey gördüm ve orada durdum. Tabii ki artık tecrübeli beynim hemen terleme komutunu verdi ve bununla da yetinmedi. Gözlerim karardı, dizlerimin bağı çözülür gibi oldu. Kendi kendime “Heyyy, aferin, öğreniyorsun bu işi” dedim ama şimdi bayılmanın sırası değildi ve hemen izin alıp dişçiye koştum. Yol boyunca senaryolar yazıyordum. Acaba en kötü ne olabilirdi? Üçüncü sayfa haberi olma sırası bende miydi artık?

Klinikte sıra bana çabuk geldi. Cerrah çok renkli bonesiyle içeri girdi. Ağzımı açtım. Baktı. “İyi görünüyor” dedi. Yaranın siyah görünmesi nasıl iyiye işaret oluyor anlayamamıştım ama doktor böyle diyorsa iyi olmalıydı. “Bu arada dikişleri de alalım bari” diye ekledi. Dikişler mi? Bunu tamamen unutmuştum. Demek ki sarkan dikişleri hissedip görmüştüm ama bir önceki müdahalede dikişler alınmamıştı. Heralde protezin altında hissetmemiştim ve ikinci müdahaleden hemen önce alınmışlardı. Dikiş iplerini kesmeye başladı ama kes kes bitmiyordu bir türlü. Bu sırada da “bir insana bu kadar ip kullanılır mı ya?” diyerek şaşkınlığını gösterirken dişçimi de aşağılamayı ihmal etmiyordu. Dikişler de alındığına göre bir daha cerraha gelmeme gerek kalmamıştı. Son fırsatını kullanıp bana “eğer dişçiniz buna benzer bir işlem yapmak isterse gelip önce benimle konuşun” dedi. O güne kadar hiç aramadığım ikinci bir görüş kendiliğinden gelmişti. Teşekkür edip çıktım ama Ağustos sonunda dişçimle randevum vardı.

Ben tabii ki bütün saflığımla her şeyi dişçime anlattım. Dişçim de Eylül’de tatile çıkacağından bu temizleme işi için beni başka bir cerraha sevk etti. Cerrah değişiminin nedenini söylemedi, sadece ilk cerrahı mesafe yakınlığı nedeniyle seçmiş olduğunu söyledi. İkinci cerrah yarım saat daha uzaktaydı. Bu arada beni biraz olsun iyileştirmek için muayenehanenin üst katına götürdü ve oradaki aletlerle enerjimi filan düzenlemeye çalıştı. Sadece homeopatiye değil, quantuma da yakalanmıştım. “Tabii, bu kısa bir seans olduğu için tam bir etki göremeyebiliriz” diye eklemeyi de unutmadı.

Bir etki görmedim tabii ki. Yeni cerrahımla tanışma randevusuna gittim. Yapılacak işlemi açıkladı bana. Çene kemiği temizlenecek, alınan kemik yerine ek malzeme koyulacak, çıkarılan örnekler laboratuvara gönderilecek. Hepsi için dişçimin istediği paranın üçte birini istiyordu ve bütün işlem toplam yirmi dakika sürecekti. Bana müdahaleden önce ve sonra neler yapmam gerektiğini anlatan iki sayfalık bir yazı verdi. Bu yazıda o güne kadar hep merak ettiğim ama hiç cevabını öğrenememiş olduğum bir madde de vardı. Ne zaman bir müdahalede bulunulsa ardından hep “şu tarihte kontrole gelin, bu arada bir şey olursa tabii ki daha önce de gelebilirsiniz” deniyordu ama o bir şeyin ne olduğunu sorduğumda asla cevap alamıyordum. Sanırım onlar da ne olduğunu bilmiyorlar. Bu kağıtta yazıyordu ama: Eğer kanama sızma şeklindeyse sorun değil, yok eğer büyük parçalar şeklindeyse arayın, hemen gelin. Tamam her durum anlatılmıyordu ama bence en azından başlangıç için doğru bir adımdı.

Hazırlıklar tamalandıktan sonra kliniğe gittim ve cerrahi müdahale yapıldı. Dişçi koltuğu yerine bir masaya yatırıldım ve gözlerimin üzerini bir havluyla örttüler. Hoş bir his değildi ama benim için diğerleri kadar da yorucu değildi. Röntgen resmi bir bilgisayar ekranına aktarılmıştı ve cerrah bu şekilde sürekli nerede olduğunu kontrol edebiliyordu. Arada duyduğum “lanet olası yazılımcılar” şeklinde başlayan küfürlerden anladığım kadarıyla bilgisayar programı hatasız çalışmıyordu. Cerrahım, son işlemleri yaparken muhabbete girme denemesi olarak mesleğimi sordu. Ben de korkarak “Kusura bakmayın ama yazılımcıyım” dedim. Neyse ki kötü bir tepki vermedi. Dikişler atıldıktan sonra üzerime düşen metal tepsinin bir kaza olduğunu varsayıyorum tabii ki.

Sonraki iki gün tabii ki kanamam oldu, düşündüğümden de çoktu ama sorun olacak kadar değildi. Bir hafta sonra kontrole gittiğimde doktor alınan örneklerden kötü bir şey çıkmadığını söyledi, dikişleri aldı ve altı ay sonra tekrar uğramamı söyledi.

Sekiz ay sonra dişçime gittiğimde her şeyin iyi gittiğini ama cerrahımın altı ay sonra gelmemi istemesine rağmen randevu istediğimde işimiz bitti demesinin ne demek olduğunu sordum. Heralde implantat yapmak istiyordu filan diye geçiştirdi dişçim ve “bu diş krizini oldukça iyi yönettik, değil mi?” dedi. Gerçekten böyle dedi. “Evet” dedim ve yeni bir dişçiye ihtiyacım olduğunu sonunda kabul ettim.

Loto topları

Bu seferki soru da Alex Bellos’un köşesinden geliyor.

Ayşe, Banu ve Canan loto toplarını seçen makinenin önünde oyunun başlamasını bekliyorlar. Makineye 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 numaralı toplar koyuluyor. Makine Ayşe’ye, Banu’ya ve Canan’a birer top veriyor. Herkes sadece kendine verilen topu görüyor, yani oyuncular makinede kalan topları da bilmiyorlar. Oyun başlamadan önce herkes elindeki topu sunucuya gösteriyor. Bunun üzerine sunucu da herkesin duyabileceği şekilde şu açıklamayı yapıyor:

– Verilen topların birinin üzerindeki sayı diğer ikisinin üzerindeki sayıların toplamıdır.

Bunun ardından oyun başlıyor ve aşağıdaki konuşmalar yapılıyor:

Ayşe: Banu’nun topu için 8 olasılık var.

Banu: Canan’ın topu için 7 olasılık var.

Canan: Ayşe’nin topu için 5 olasılık var.

Ayşe: Banu’nun topu için 3 olasılık var.

Banu: Canan’ın topunu buldum.

Canan: Ayşe’nin topunu buldum.

Canan’ın topu hangisiydi?