Siyasette sonata allegro formu

Sonata formunu bilmeye yoktur heralde. Kabaca üç bölümdür. Önce tema ya da temalar sunulur (Exposition). Sonra bu temalar üzerinde oynanarak, bazen de yeni temalarak eklenerek bir yolculuğa çıkılır (Development). Sonunda da ilk başta sunulan temalara geri dönülür (Recapitulation). Bazen sonda bir de coda bölümü olur.

Besteci bu formda oynamalar da yapabilir tabii ki. Sonuçta çok bilgili, eğitilmiş dinleyiciler olmadığımızdan bunu fark etmeyiz bile.

Siyasette sosyal medyanın da etkisiyle benzer formlar ortaya çıkmakta. Belki de uzun zamandır ortalardaydı da ben yeni yeni siyaseti amatörce takip etmeye başlayınca dikkatimi çekti. Bu formların biri şöyle:

  1. Bir toplantıda bir politikacı normalde bir soru üzerine bir cevap verir.
  2. Bu cevap sorudan ya da sorunun önemli kısmından bağımsız olarak dünyaya yayılır.
  3. İnsanlar bu cümleyi (cevap olduğu düşünülmez artık) tartışmaya başlar. Bu cümle gerçekten de yanlış fikirleri savunuyor olabilir.
  4. Tartışmalar ve karşı çıkışlar artık bir çığ gibi önlenemez bir duruma ulaştığında biri çıkar ve bu cümlenin bir soruya cevap olarak söylendiğini ve teknik olarak doğru olduğunu söyler.
  5. Tartışmalar biraz sönükleşmeye başlar, çünkü ateşli tartışmacılardan bazıları verilen bilgilerin mantıklı olduğu sonucuna varır ve geri çekilir.
  6. Yıllar sonra bu geri adım aynı politikacıların yandaşları tarafından zaten hep körü körüne muhalefet ediyorsunuz diye kullanılır.

Evet, bir sonat formundan çok daha parçadan oluşuyor ama son madde dışında bütün olaylar bir ya da iki gün içinde olup bittiğinden verilen ölçeğe göre hızlı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün bu adımların ve illüzyonun başarılı olmasının sırrı ise ilk adımda saklı. Soru alakasız olabilir, cevap sorunun cevabı ya da gerçek cevabı olmayabilir. Başka durumlar da mümkündür ama illüzyon ilk adımda yapılmış ve bitmiştir aslında.

Milli eğitim bakanı geçen gün bir toplantıda bir soruya cevap veriyor ve ortama yayılan iki cümlelik cevabı şu:

“Eğitimde asıl yük öğretmen maaşı ile ilgilidir. Öğretmen maaşlarından dolayı yatırıma fırsat kalmıyor…”

İkinci adım bu iki cümleyi aldı ve herkese ulaştırdı. Bu cümleler her açıdan bombardımana tutuldu tabii. Eğitim şimdiki haliyle öğretmensiz olamayacağından öğretmenlerin maaşı yük olarak görülemez diyenler oldu. Yatırımın önünde tek engel olarak öğretmenleri gösteriyor diyenler oldu. Öğretmen maaşlarına zam gelmeyecek, yeni öğretmen alınmayacak diyenler oldu. Bunlardan başka benim görmediğim başka şeyler de söylenmiştir tabii ki.

Üçüncü adım böylece tamamlanmış oldu. Bu sırada birileri çıkıp biz gazetecinin uzaktan eğitimin daha masraflı olup olmadığını sorduğunu ve bakanın da bu soruya cevap olarak hayır, maliyetin çoğunun öğretmen maaşlarında, kira giderlerinde olduğunu söylediğini belirtti. Bunun üzerine tartışmaya katılanların bir kısmı teknik olarak bakınca da bu harcama ya da giderlere de bütçede yük deniyor olabileceğinden dolayısıyla da ifadede kullanılan önerme tamamen doğru olabileceğinden tartışmadan çekildi.

Artık bu sönen tartışma kaç yıl sonra karşımıza tekrar iktidarın argümanı olarak çıkar bilemiyorum. En iyisi illüzyona dönelim şimdi. Bakan burada iki önerme kullanıyor ve ikinci önermeyi birinci önermenin doğal bir sonucu olarak sunuyor. Bakanın ilk cümlesindeki önerme büyük ihtimalde doğrudur ve insanların algılarından faydalanarak bir paratoner gibi şimşekleri ikinci cümleden kendi üzerine çeker. Eğer dikkatimizi dağıtmadan ikinci önermeye bakarsak bunun birinci önermenin sonucu olmak zorunda olmadığını görürüz. Örneğin eğitime başka birilerine verdikleri gibi daha büyük bir bütçe verilse hem öğretmen maaşının yükü azalır hem de yatırımlara fırsat elde edilir. Biraz daha arttırılırsa iyi öğretmen açığı da kapatılabilir. Bu numarasıyla sayın bakan heralde bu ihtimali saklamak istiyor ya da gizli bir şekilde bütçenin yetersiz kalmaya devam edeceğini, belki de azalacağını ilan ediyor. Neden böyle yaptığını zaman gösterecektir.

Umarım artık basın toplantılarında, köşe yazılarında, sanal ortam atışmalarında bu formu daha rahat göreceğinizden bunları dinlerken ya da okurken daha çok zevk alırsınız. Benim gibi.

Şans

Sanırım sonunda doğada lahana kelebeği yumurtası görmeyi başardım. Hem de benim bahçede. Kuzenden geçen yıl aldığım çiçek tohumlarının bir kısmı lahana tohumu muydu diye düşünmeye başladım açıkçası. Çok erken yaprak açtı ama aylardır bir çiçek çıkmadı. Geçen gün baktığımda da üzerinde yirmiden fazla yumurta vardı.

Internette lahana kelebeği yumurtasına baktığımda aynı bu şekilde ve dizilimde yumurtalar görünce umutlandım. Çiçekten ümidi kestim ama bu bitkiyi tırtıllara feda etmeyi düşünüyorum. Salyangozlardan koruyabilirsem tabii.

Kediler

Çocukluğumdan beri en sevdiğim hayvanlar kedilerdir. Her dönem sokak kedilerimiz oldu. Evde beslemeyi hiç düşünmedim. Kedinin doğasına aykırı gelirdi bana. Özgürce gezebilmeli kediler. Acıkırsa gelsinler, yeterdi bana. Gelmezse de bir süre beklerdim. Hala gelmemişse bir araba tarafından ezildiğini düşünürdüm. Yaşadığım yerde çok normal bir olaydı bu.

Kedilerle beraber çok değişik, bazen de korkunç şeyler yaşadım. Hatırladığım en eski kedi anım, turşucunun evinde kiradayken balkonda uyuyan yavru kediyi sevmek isterken birden uyanıp kolumu boydan boya tırmalamasıdır. Genelde ya balkonda ya da Nihanların bahçesinde dolaşırdı. İki yolun arasında kalan bu bölge güvenli bölgeydi.

İlkokula başladığım zamanlarda inşaat kumlarında oynardık. Bu sırada elimin defalarca kedi bokuna bulandığını hatırlarım. Bu yüzden mi hatırlamıyorum ama yine o zamanlarda kedilere taş atardık. Kediler çevik hayvanlardı vuramazdık. Bir gün sarı büyükçe bir kediyi tam kafasından vurdum ama. Çok mutluydum. Kimsenin yapamadığını yapmıştım. Kedi de hiçbir kedinin yapmadığını yapıp kaçmadan bana dik dik bakmıştı. Çok mutsuzdum.

İlkokul dördüncü ya da beşinci sınıfta bir akşam folklor ekibi çalışmasından eve dönüyordum. Hava kararmıştı. Okulun önündeki ana caddeden karşıya geçerken hızla gelen bir askeri aracın ne renk olduğunu seçemediğim bir kediyi ezdiğine şahit oldum. Kedi karın kısmından yola yapıştı. Kafasını kaldırıp doğrulmaya çalıştı ama imkansızdı. Bir daha da denemedi.

Ulaşlı’da yaz tatillerimde denizci kedilerle tanıştım. Rıhtımda kendi balığını kendileri tutarlardı. Sandala binip bizimle balığa çıkar ve küpeştede volta atarlardı.

Gölcük’te amcamların bahçesinde her yıl bir sürü kedi olurdu. Güvenli bir bölgeydi. Amcamın komşusu Nuri amca bu kedileri hep beslediğinden yiyecek aramak için ana caddeye çıkmalarına da gerek olmazdı. Bizden korkarlarsa da Nihanların bahçesi hemen yan taraftaydı. Buradaki bir sahnede anne kedinin üç yavrusundan ikisini emzirdiğini hatırlıyorum. Bir karış uzaktaki üçüncü yavru o kadar zayıftı ki emzirilmesine gerek yoktu artık.

Bu bahçedeki kedilerin saltanatı kuzenimin amcama iki kangal yavrusu hediye etmesine kadar sürdü. Ne yazık ki kediler Nihanların bahçesine kadar kaçmayı başaramamışlardı.

İstanbul’da Göztepe benzincide karşıdan karşıya geçmeye çalışan panik halindeki kedi ezilmesin diye kuzenle beraber kendimizi otobüsün önüne attığımızı hatırlıyorum. Kedi sağ salim karşıya geçmişti. Tam rahat nefes alabiliriz derken aynı kedi yine panik halinde bu sefer de yolun öbür tarafına geçmeye kalktı.

Birgün kuzenle Göztepe’deki eve gelirken bir yavru kedi peşimize takıldı. Eve geldiğimizde kedi hala arkamızdaydi. Ne yapalım derken, eve alalım dedik. İlk kez evde bir kediye bakacaktım. Kediyi önce küvette yıkamaya koyuldu. Pireleri fark ettiğimizde kuzen kediyi kapının önüne koydu. Bütün bir gece yavru kedi miyavlaması dinledik.

Ataşehir’in arkasındaki evde oturuyorduk. Üniversitedeyim o zamanlar. Bir gün dersten çıkıp eve gelirken bir bahçede iki köpeğin ağaçtaki yavru kediye havladığını gördüm. Ağacın biraz ötesinde anne kedi açıkta durmuş köpeklere bakıyordu ama köpekler anneyle değil yavruyla ilgilenmekteydi. Ağaca yaklaştım ve yavru kediyi almak için uzandım. Birkaç saniye içinde benden korkup ağaçtan aşağı atlayan yavru kedi iki köpeğin dişleri arasında plastik köpek oyuncağı gibi çekiştirilmekteydi. Anne kedi cansız yavrusuna son bir kez baktı ve arkasını dönüp gitti.

Almanya’da kedisiz zamanım olmadı sanıyorum. Bu sefer hepsi yasal olarak ev kedisiydi ama isterlerse ormanda gezmeye gidebiliyorlardı. Felix haftalarca ormana gidip yara bere içinde geri dönerdi. O geldiğinde televizyonun karşısındaki koltuğu ona bırakıp sadece üzerindeki keneleri ayıklardım. Ne kadar yaşlı olsa da doğanın çağrısını asla cevapsız bırakmadı ve her seferinde tek tek bütün dişlerini bıraktığı ormana döndü. Bir gün de bir daha geri dönmedi.

Ondan sonraki kedilere de Felix adını verdik. Bir yaşını doldurunca ormana gittiğini düşündüğüm İkinci Felix ve Üçüncü Felix de bir daha geri dönmedi. Ancak o zaman komşuların da kedileri öldürebildiğini öğrendim.

Yoshi’nin ve Felix’in dönüşümlü alfa erkeklik dönemlerine şahit oldum. Bu kavgalar nedense Yoshi’nin ilk özgürlük denemesinde bir köpek tarafından ısırılmasının ardından son buldu. Veterinerin kesilmesi gerekebilir dediği, Yoshi’nin iki ay peşinden sürüklediği arka ayağı da mucize eseri iyileşti.

Son dönem ise tam bir katliam. Mia’nın çocukları bahçede ne bulursa avlıyor. Kertenkele, fare, kuş, kelebek. Avlarını eve getirmedikleri sürece sorun olmuyor. Bugün işten eve geldiğimde salondaki çalışma masamın altında normalde olmadığı kadar çok kuş tüyü vardı. Bari çocuklar gelmeden ölüsünü ortadan kaldırayım derken masanın altında hareketsiz duran dişi bir karatavuk gördüm. Nefes alıyordu. Sırtında kırmızı bir açıklık vardı. Oradaki bütün tüyler yolunmuş ve büyük ihtimalle de ısırılmıştı. Uçamıyordu, sadece sekebiliyordu. Kanatlar ve en az bir bacak da çok kullanılmaz durumdaydı. Veterinerler kapatmıştı artık. Yarını çıkarabilirse veterinere götürürüm diye mini seralarımdan birine koydum. Kediler de rahat bıraksın diye serayı yanıma aldım. Bir süre sonra artık ayakları üzerinde de duramamaya başladı ve az önce öldü.

Grigori biraz önce odaya odaya geldi Seraya bir göz attı, yanımda kıvrılıp yattı ve şimdi beni yalamaya çalışıyor.

Orman

Ormanın ilk bakışta monoton gözüktüğünden hep bahsetmişimdir. Buradaki ormanda hemen hemen değişmeyen bitki örtüsü eğrelti otları ve belli başlı çalı türleridir. Ağaçlara laf etmeyeyim, çünkü onlar da büyük ihtimalle ormancıların seçtiği türlerdir. Birkaç yüz metre mesafeden tamamen aynı görünen bu koca orman kütlesi yakından bakınca farklılıklar gösterir tabii ki.

En azından bitki türlerinin görülme sıklığı çok değişir. Bu hafta sonu vadinin öbür tarafındaki ormanda yürüyüşe çıktım. Gezdiğim kısımda, heralde biraz daha fazla güneş aldığından, ormanın büyüklüğüne göre az da olsa bizim tarafa göre çok daha fazla çiçek vardı. Genelde böğürtlenler ve papatyalardan oluşan bir flora ile karşılaştım. Birkaç hafta daha önce gitmiş olsaydım epey bir yüksük otuyla karşılaşacaktım. Gecikince tohumlarıyla yetinmek zorunda kaldım.

Şimdi bazılarını ilk kez gördüğüm çiçeklere geldi sıra.

https://www.instagram.com/p/CDb9zQvpnjv/
https://www.instagram.com/p/CDb99kLptYo/

Bu fotoğrafta belli olmuyor ama neredeyse boyuma yakın büyüklükte bir çiçek. Bahçede bu kadar büyümüyorlardı.

https://www.instagram.com/p/CDb-ENRJ4Ce/

Bu çiçekler tanıdık ama bitki çok yabancı geldi bana.

https://www.instagram.com/p/CDb-dNmplgE/

Gezdiğim yerde bunlardan epey vardı.

https://www.instagram.com/p/CDb-1bRJ5Oc/
https://www.instagram.com/p/CDb_D5_J26k/

Bundan sadece bir tane gördüm. Yakında olgunlaşacak gibi görünüyorlar.

https://www.instagram.com/p/CDb_LbJJ5NP/

Bundan da sadece bir tane görebildim. Tohumları henüz olgunlaşmamıştı. Demek ki önümüzdeki haftalarda bu parkuru tekrar denemem gerekecek. Hem bu gezintiler kilo vermeme de yardımcı oluyor. Tabii ki fotoğraf safarileri sakat elime de iyi gelmiyor. Umarım ameliyat zamanlaması iyi olur da tohumları toplayabilirim.

Alev renkleri

Evet sonunda bu deneyi yapmayı başardım. Deneyin amacı değişik elementlerin oldukça sıcak derecelerde değişik renkler çıkarması. Yüksek sıcaklık elde etmek için piyasada satılan basit bunsen ocaklarından bir tane aldım. Ondan sonra elementleri ve bu elementleri ocağın ateşinde tutabilecek malzemelere baktım.

Ateşte tutmak için en çok kullanılan malzemeler platin ya da magnezyum oksit çubuklar. Platin çubuklar çok daha pahalı olduğu için magnezyum oksit çubuk çözümüne yöneldim. Bu çubukların bazı özellikleri sağlıyor tabii ki. Örneğin bunsen ocağının eriştiği sıcaklıkta erimemeleri lazım. Kendileri o sıcaklıkta değişik bir alev rengi üretip deneyi etkilememeleri lazım ve de elimizi yakmadan bunları tutabilmemiz lazım. Neyse ki magnezyum oksit çubuklar bütün bu özellikleri sağladı.

Sıradaki sorun ise kullanacağım elementlerdi. Bu elementlerin bazıları saf halinde satılmıyor burada. Bu durumda bu elementlerin tuzlarını almam gerekti. Tuzları içinde de en avantajlı olanlar klorürlerdi. Karbonatlar ve sülfatlarla pek başarılı olamamıştım.

Aşağıda şimdiye kadar yaptığım lityum klorür ve potasyum klorür deneylerini görebilirsiniz. Renklerin ne kadar farklı olduğu açıkça görünüyor. Havayi fişeklere değişik renkleri veren yöntem de orada kullanılan elementlerin ya da tuzların bu özelliği.

Lityum
Potasyum

Umarım bu seriye başka elementlerle devam etmenin yolunu da bulurum.

Hebb öğrenme kuralı

Uzun zamandır algoritma simulasyonlarına ve özellikle de yapay sinir ağlarına ara vermiştim. Bu sefer bu alana Hebb öğrenme kuralıyla bir dönüş yapmak istedim.

Bu basit kural Donald Hebb’in 1949 yılında yayınlanan “The Organization of Behaviour” kitabında tanımlanmıştır. Eğer bir nöronun bir aksonu başka bir nörona yeterince yakınsa ve bu nöron diğer nöronun ateşlenmesinde sık sık bir rol oynuyorsa aradaki bu bağlantı güçlenir.

Evet , bu kural biyolojik bir şekilde tanımlanmış. Çok normal, çünkü Donald Hebb nöropsikoloji alanında çalışan bir psikologtu. Peki yapay sinir ağlarında bu kuralı nasıl düşünebiliriz?

Bu şekilde simulasyonda da kullandığım basit bir örneği görüyorsunuz. Şistemin girdileri x1 ve x2 değerleri. Bunları başka nöronların çıktıları olarak da düşünebilirsiniz. Bu çıktılar w1 ve w2 ağırlıklarıyla çarpıldıktan sonra nöronda toplanıyor ve nöronun ateşleyip ateşlemediğine bakılıyor. Eğer ateşlemişse y çıktısı 1 değerini alıyor, ateşlememişse -1 değerini.

Kuralı şekle göre yazarsak yapay sinir ağlarında kullandığımız şekli şöyle oluyor:

\(\Delta w = \eta \cdot x \cdot y \)

Burada \(\Delta \) ağırlıklardaki değişimi göstermekte. \(\eta \) da öğrenme faktörü oluyor, genelde küçük bir sayıdır ve simulasyonda 0.1 değerini kullandım.

bu gösterimde x ve w vektördür. Bunları daha açık yazarsam şöyle olur.

\(\Delta w1 = \eta \cdot x1 \cdot y \)

\(\Delta w2 = \eta \cdot x2 \cdot y \)

Hesapta kullandığım şekli de şöyle:

\(w1 (sonraki) = w1 (önceki) + \eta \cdot x1 \cdot y \)

\(w2 (sonraki) = w2 (önceki) + \eta \cdot x2 \cdot y \)

Her adımda önce bir girdi seçiliyor. Yani o adım için x1 ve x2 değerleri seçiliyor. Ardından y çıktısı o anki ağırlık değerleriyle hesaplanıyor. Ardından o girdiler ve çıktılar için ağırlıkların yeni değerleri yukarıdaki formüllere göre hesaplanıyor ve ağırlık değerleri güncelleniyor.

Simulasyonda bu modeli yukarıda açıkladığım şekilde kullandım. Simulasyon başlatıldığında ağırlıklara rastgele değerler atanıyor. Simulasyonun altında ağırlıkları nasıl güncellediğimi gösterdim. En altta ise öğrenme için kullandığım girdi noktalarını bir koordinat sisteminde kırmızı noktalarla ve ağırlık vektörünün de bu noktaları birbirinden nasıl ayırdığını gösterdim. Bu öğrenmede sistem kendi kendine öğreniyor, yani sisteme kullanılan nokta için ulaşılması gereken çıktı değeri hiçbir şekilde verilmiyor. Bu durumda sistem verilen noktaları kendine göre sınıflandırıyor. Tabii ki sadece iki nokta ile bu kuralın öğrenme yeteneği yeterli bir şekilde anlaşılamaz ama en azından algoritmanın nasıl çalıştığını görebiliriz.

Simulasyon