Yarın sabah senelik kontrollere başlamak için yine ürolog randevum var. İlk olarak PSA değerlerini kontrol etmek için kan tahlili yapılacak. Değerlerimin yine yüksek çıkacağını düşünüyorum, şimdiye kadar hiç normal çıkmadı meret. Babamda da zamanında prostat kanseri çıktığından kırkbeş yaşını geçince rutin kontrollere başlayayım demiştim. Geçen sene gittiğimde yine aynı muayeneler yapılmıştı. İtiraf edeyim en rahatsız olanı ultrasondu. Ben tabii ki en naif halimle böbreğe bakar gibi ultrasonla bakacak sanıyordum. Meğer parmak yerine ultrason kullanılıyormuş. Neyse ki çok kısa sürdüğünden o kadar da sorun olmadı.
Ardından sonuçları öğrenmeye gittiğimde tabii ki PSA değerlerimin yüksek olduğunu ve bir kere daha kan tahlili yapmak istediğini söyledi. Bunda da değerler yüksek çıktı. İşi şansa bırakmamak için biyopsi yapmayı önerdi. Babamda olduğu gibi geç yakalanmaktan korktuğumdan bu müdaheleyi tabii ki kabul ettim. Doktorum siz narkozdayken bir de mesaneye bakalım dedi. Mesaneye nasıl bakacağını tahmin ettiğimden önce bir rahatsız oldum ama sonra narkozda olacağımı ve sonra eve gideceğimi söylediği için hesaplarıma göre bu müdahele en çok korktuğum şey olmayacaktı. Belki ikinci en korktuğum şey olacaktı. Daha önce narkoz almamıştım ve boğazıma bir hortum girmesi düşüncesi hiç hoşuma gitmemişti.
Ertesi hafta anestezistle randevum vardı. Bana neler yapılacağını o anlatacaktı. Gelmeden önce kalp ve kan tahlilleri de istedi. Gittiğimde bana tahlillerin sonucunu sordu. Ben de “tahliller burada, ben sonuçlarını bilmiyorum” dedim. Ben tahlil sonuçlarımı hiç merak etmem ki. Eğer ciddi bir şey olsaydı doktor bana söylerdi heralde. Bu yüzden her yıl sonuçlarını merak edip öğrenmediğim en az bir tahlil yaptırırım.
Anestezist neşeli bir adamdı. Gülerek anestezinin nasıl işleyeceğini anlattı. Maske ile ya da hortumla yapacaklarını söyledi. Umut ışığını gördüğüm gibi aradaki farkı sordum. Maske ile yaparlarsa hortuma gerek olmayacaktı. “Tamam, maske istiyorum” dedim. Maske ile sorun olursa hortum takmak gerekebilir diye olası komplikasyonları da anlattı ama maskeden sonrasını dinlemedim açıkçası. Hem ben uyurken hortumu istediği yerden sokabilirdi. Neden bilmiyorum ama diğer türlü yaparsa hortumu ben uyanıkken sokacaklarmış gibi bir fikir vardı kafamda. Neyse işte, nasıl olsa maske ile olacak diye daha fazla üstelemedim.
Ardından o gün neler yapamayacağımı filan anlattı. Ciddi kararlar vermemem gerekiyormuş. Dosyamda yazılımcı olduğumu görünce o gün program yazmamamı da tavsiye etti. Ben de nasıl olsa maskeli narkoz olacağından narkozsuz da çok farklı program yazmadığımı söyledim. Beraber güldük. Bu anestezisti sevmiştim.
Ertesi gün biyopsi saatinde gittim. Beni bir hemşire hazırladı ve ameliyathaneye aldılar sonra. Bacaklarımı metal bir alete yerleştirdim ve maskeyi ağzıma taktılar. Kaçta geriye doğru saydırdıklarını hatırlamıyorum bile ama sadece ilk sayıyı söyleyebilmiştim sanıyorum.
İşlem bitip de uyandıktan sonra işemem gerekiyormuş. İşemeden kimseyi salmıyorlarmış. Kanlı manlı biraz da yanmayla işemeyi başardım. Sonra eve geldim ve birkaç gün dinlendim. Sonuçları kafama çok takmıyordum. Acı çekmediğim sürece diğer hobilerimle ilgilenebilecektim.
Sonuçları öğrenmek için doktora gittiğimde doktor hemen iyi haberi verdi. Kanser yok. Güzel dedim. Kanser yok ama mesanede atipik hücrelere rastlanmış. Prostatta hiçbir sorun yokmuş, sadece iltihaplanmış. Patoloji atipik hücreler için florasan madde ile daha kapsamlı örnekler alınmasını tavsiye etmiş. Bunu da orada yapamıyorlarmış. Hastaneye gitmem gerekiyormuş. Tabii ki kafamda deli sorular da belirmeye başladı ama doktorum da bu sırada anlatmaya devam ediyordu. Heralde biyopsiden daha kapsamlı bir iş yapılacak. “Hastanede üç gün kalmanız gerekecek.” Neden üç gün? Biyopside hemen çıkıp gitmiştim. Heralde florasan maddeyle ilgili bir şey. “Yüzde seksen doksan bir şey çıkmayacak ama. Büyük ihtimalle atipik hücrelerin hepsini aldım zaten.” Aman işte, üç gün de hastanede dinlensem fena olmaz aslında. “Yine de hiçbir şeyi şansa bırakmasak daha iyi olur.” Babamın prostat kanseri yüzünden geldiğim muayenenin sonunda mesane için hastaneye yatıyorum. Şans mı değil mi bilmiyorum artık. “En kötü ihtimalle bile en erken safhada yakalamış olacağız. Çok şanslısınız!” Demek şanslıyım, iyi o zaman.
Bir iki hafta sonra hastaneden randevu alabildim ve hastaneye gittim. İlk önce bir doktor beni görecekti. Bir iki saat bekledikten sonra beni oldukça genç bir Türk doktor karşıladı. Odaya girdik, bana yapılacak müdaheleyi anlatan bir broşür verdi ve anlatmaya başladı. Ben de o sırada broşüre göz attım. Renkli resimli ne yapılacağı, hangi komplikasyonların çıkabileceği bilan yazıyordu. Bu sırada müdahelenin sonuçlarına baktığımda artık çocuk yapamayacağım filan yazıyordu. İlk bakışta garip gelmişti bana. Mesaneden örnek almak nasıl bir kısırlık yapabilir anlamamıştım ama koca doktordan daha mı iyi bilecektim. Doktor da komplikasyonları anlatmaya başladığında broşüre bir baktı ve “aaaa, yanlış broşür bu” dedi. Yan taraftan mesane için olanı aldı ve bu sefer yapılacak işlemi detaylıca anlatmaya başladı. Önce florasan madde olan sıvı mesaneye sokulacak. Sonra yarım saat kadar bu maddenin hücrelere girmesi beklenecek. Ardından anestezi verilecek ve kısa sürecek operasyon başlayacak. Bu planı duyunca panikle sordum: “Sıvıyı anestezi olmadan mı verecekler?” Doktor da evet dedi, böylece daha az narkoz vererek bu işi yaoabileceklerdi. Ben de neredeyse ağlamaklı bir sesle “En çok korktuğum şey bu işlemde başıma gelecekmiş” dedim.
Daha sonra anestezistle görüştüm. Bana daha biyopside yapılan işleme çok benzer olacak dedi. Hortumla narkozu vereceğiz sonra da halledeceğiz dedi. Ben de biyopside hortumlu değil maskeli narkoz verdiler ama dedim. O da güldü ve “Tabii, tabii” dedi. Gerçekten böyle dedi. Neyse, eğer biyopsideki anestezist de beni kandırdıysa hortum o kadar da kötü bir şey değilmiş. Artık tek korkum anesteziden önceki yarım saatti.
O gece uyuyamadım tabii ki. Sabah viziteye gelen doktor işlemin o sabah yapılacağını söyledi. Hemşireler beni yine hazırladı. Sonra yatakla hastane koridorlarında yolculuğum başladı. En sonunda bir yatak daha değiştirip anestezistin yanına geldim. Bana önce bir ilaç verdi. Yapılacak işlemi anlatmamı istedi. Bunu da bilmiyorlarsa işimiz iş diye düşünmeye başladım ama heralde güvenlik önlemi olarak soruyorlardı. Bu ilaç biraz başdönmesi yapabilir diyerek infuzyona bir şey ekledi. Ben de anesteziden önceki o korkunç yarım saati düşünmemek için baş dönmesine odaklanmaya çalıştım. Kısa süre sonra baş dönmesi başladı. Bundan sonra anestezist şimdi geriye doğru saymaya başlayın dedi. O anda bir gün önceki doktoruma küfürler saydırmaya başladım. Madem planda değişiklik yaptınız neden bana haber vermediniz? Belki gece uyuyabilirdim.
Yaklaşık üç saat sonra uyandığımda odamda yataktaydım. Üzerimde acayip bir ağırlık vardı. Etrafıma baktığımda asıl en çok korktuğum şeyin başıma gelmiş olduğunu gördüm. Yanımda bir askıda asılı bir idrar torbası ve o torbadan çıkıp bana giren bir sonda. Ağrım filan yoktu ama moralim yerlerdeydi. Vücuduma yapılmış bu minimum ek beni vücuduma yabancılaştırmaya yetmişti. Evet, tuvalete gitmeye ihtiyacım yoktu ama ya sıçmam gerekirse?
İlk günü tamamen yatakta geçirdim. Vücuduma bakmak bile istemiyordum. Kafamdaki bütün o planları bu vücutla yapmak istemiyordum. Her şey geçtikten sonrasını düşünmeye başladım ama hayallerimde vücuduma yer vermiyordum. İkinci günü de yatakta geçirme planım hemşirelerden yediğim fırçalar nedeniyle suya düştü. Artık yatağa du getirmiyorlardı. Ben de kendi kendime su almaya gitmeye başladım. Bunun üzerine de hemşirelerden ikinci fırçamı yedim. Neden hala ameliyat kıyafetiyle dolaşıyor muşum? Başka şeyler giyebilirmişim. Sorunum başka şeyler giymek değildi. Üzerimi değiştirmek için yine o yabancı vücuda bakmam, dokunmam gerekecekti ve ben buna hala hazır değildim. Bu da yetmezmiş gibi artık işerken yanmalar da dayanılmaz hale gelmişti ve hala sondanın çıkarılması sorunu vardı. Fiziksel olarak çok sorun olmasa da psikolojik olarak çok kötü bir zaman geçiriyordum. Her türlü ağrı için bir ağrı kesici vardı ne de olsa ama beynimi susturacak bir şey yoktu.
Bu arada her sabah viziteye farklı farklı doktorlar geliyordu. Bir viziteden sonra bir asistan doktor odaya gelip bana benden kan alındı mı diye sordu. Her gece iğne yapılıyordu ama kan alındığını hatırlamıyordum. Alınmadı dedim. “Nasıl olur?” diye sordu. “Ameliyatta epey kan kaybetmiştiniz.” Şaşırdım kaldım. O kadar kan kaybedilecek bir müdahele gibi gelmemişti bana ve bunu neden şimdi söylüyorlardı? İşin daha da garip tarafı benden kan alınmadı ve o doktoru da bir daha görmedim.
Sanırım ameliyattan sonraki üçüncü gündü, sonunda sondayı çıkarmaya karar verdiler. Demek korkumun zirve yapma zamanı gelmişti. Çıkarmadan bir saat kadar önce doktor kuzenim beni aramıştı ve durumu sormuştu. Ona da bu sondayı çıkarmanın nasıl olduğunu sordum. O da bana “Bana da yapmışlardı. Bağırmaktan hastaneyi yıkmıştım” dedi. Ben tam içimden bağırmaya başlamıştım ki ekledi “Korkma, korkma! Hastaneye bir şey olmuyor.”
Çıkarma ritüeli başladığında bundan ne kadar korktuğumu açıkça belirten bir şekilde kafamı öbür tarafa çevirdim, gözlerimi sıkıca kapattım ve yüzümü iyice buruşturdum. Hemşire bir saniyede sondayı çıkarmıştı ama belki acıdan belki de bu kadar pozu boşuna yapmış olmamak için birkaç saniye daha acıyı hissettim. Daha sonra daha derin nefes almaya başlayınca işlemin bittiğini anladım. İyice sakinleştiğimde ilk iş olarak hemşireleri mutlu etmeye karar verdim ve bir duş alıp üzerimi değiştirdim. O akşam hemşire rutin sorularını sordu. “Ne kadar su içtiniz? Ha dün sıçmışsınız, güzel.” Buna “pardon ama hala sıçmadım” diye cevap verdim. “Bunun üzerine bir ilaç getirdi. Sihirli bir iksirdi heralde ki içtikten kısa süre sonra yapabildim. Tabii ki ilacın adını hemen sordum. Bir sonraki kabızlığımda hayatımı kurtarabilirdi.
Ertesi sabah son viziteye başhekim geldi. İyi olduğumu filan söyledim. Bütün doktorlar odadan çıkarken başhekim bana dönüp “Önümüzdeki günlerde kanama olabilir. Merak etmeyin” dedi. Ben de şaşkınlıkla “iyi de dünden beri kanama olmadı ki? Neden? Ne kadar olabilir?” diye sorularımı salladım ama doktor bu soruları sallamadı heralde ve cevap vermeden odadan çıktı.
O gün taburcu olacaktım ve genç Türk doktor bu işlemleri yapacaktı. Mesaneyi boşaltıp boşaltamadığımı kontrol etmek için ultrasonla bakmak istedi ama ultrasonu ara ki bulasın. Yaklaşık iki saat sonra “tamam buldum” diyerek yeniden çağırdı beni. Meğer yeterince boşalmıyorsa yeniden sonda takmaları gerekecekmiş. Hemen bildiğim bütün kuzey mitolojisi meslektaşlarıma dua etmeye başladım. Anlaşılan dualarımı duydular da yeni bir sonda macerasına gerek kalmadı. Taburcu olduğum sırada mesaneden aldıkları parçaların patolojik sonuçları hala gelmediğinden sonuçları mektupla doktoruma göndermelerini söyledim. Sonuçlara göre neler olabileceğini sorduğumda doktor bana eğer kötü çıkarsa üç ayda bir kontrol gerekebilir ya da bir şey olmazsa yılda bir kontrol düşünülebilir dedi. İçimden yine söylenmeye başladım. “Doktor, sen ne dediğinin farkında mısın? Bu yaptığınız müdahelelerden sonra iki ayda zar zor iyileşiyorum. Üç ayda bir kontrol demek bir daha yanma olmadan işeyemeyeceğim demek.”
Buraya kadar çok söylendim değil mi? Bana yapılan işlem oldukça hafifti ve bu kadar laf ettim yine de. Odada yalnız kalmıyordum. Solumdaki yatakta bir başka Türk yatıyordu. Türkiye’de tatilde kanamaları olmuş. Dönünce muayene etmişler ve kanser diyerek böbreğini almışlardı. Sağımdaki yatakta yatan adam bütün bu süre boyunca hep konuştu. Başhekimin söylediğine göre biraz daha geç kalınsaymış diyalize başlanması gerekecekmiş. Türk yatak komşum taburcu olunca yerine gelen adam da kanserdi. Kanser akciğerler dahil bir sürü yere sıçramıştı. Bu da yetmezmiş gibi bir gün önce düşüp kaburgalarını kırmıştı ve şimdi bu yüzden ameliyat olacaktı. Hiç konuşmuyordu, konuşacak bir şey kalmamıştı. Bu örneklere bakıp şükretmem gerekir belki ama öyle düşünmüyorum. Herkes kendi beynindeki kendi cehenneminde yaşamak zorunda. Herkes de bu cehennemden şikayet etme hakkına sahip.
Haftaya yine mesaneme bakılacak. Bu sefer anestezi de yokmuş. Yani sadece lokal anestezi. Bundan da korkuyorum. Hayalinden korkuyorum. Bu sırada bilinçli bir şekilde uyanık olmaktan korkuyorum. Tahlilden çıkacak sonuçlardan bu kadar korkmuyorum. Şimdilik.