Lise sonla beraber etütler serisinin sonuna da geldik. Bir yıl önce iplemediğimiz üniversite sınavı birden hayatımızın merkezine çöktü. Hepimizin ailesi aynı bölümleri kazanmamızı istediğinden, diğerlerinden daha iyi olmalıydık. Bunun için herkes kendince en büyük problemleri gidermenin yollarını aradı.
Son sınıfta Fen Lisesi’nden ayrılıp normal bir liseye giderek orta öğretim başarı puanını yükseltmeye çalışanlar oldu. Bu planı uygulayanlardan birisi bir keresinde benim nöbetçiliğimdeyken okulu telefonla arayıp eski sınıf arkadaşlarından birini çağırtmıştı. Anlamadığı bir soruyu ona sormak zorunda kalmıştı. Bu örnek bu planın en zayıf noktasını çok iyi gösteriyordu bence, yatılı Fen Lisesi’nde her türlü problemi çözebilecek biri her zaman elinizin altında olurdu. Daha yüksek ortalama için bu imkanı feda etmek bana mantıklı gelmemişti. Ayrıca son sene matematik, geometri ve kimya dersleri sayesinde okul boyunca gördüğüm en yüksek not ortalamama da ulaşabilmiştim. Şimdi hala ortaöğretim başarı puanı diye bir şey var mı bilmiyorum ama diğer sorunlar için internet artık çok başarılı.
Daha alışıldık yöntem ise dersaneye gitmekti. Sanırım bunu hepimiz yaptık. Genelde dersaneler dönem başında bir sınav yapıp belli sayıda öğrenciye bedava ders imkanı veriyordu. Biz İzmit ekibi olarak orada bir dersaneye gittik ve parasız hazırlandık. Dersaneler ortalamada faydası oluyordur belki ama bana hiçbir etkisi olmadı. Sene başında kaç net yapıyorduysam sene sonunda da o kadar yapabildim.
Bunun dışında etütlerde her türlü test kitapları, her türlü problemler çözülüyordu. Kitapları aramızda paylaşıyorduk. Bazen sınav sistemine çok uygun olmayan test kitapları buluyorduk. Daha zor soruları içeren. Bunları çözmek uzun sürdüğünden insanın moralini bozuyordu genelde ama ne kadar soru çözersek o kadar kardır diyerek hepsini çözdük. Bazen de yanlış sorularla boşu boşuna zaman harcadık.
Yıl sonuna doğru bazı derslerde hocalarımız deneme sınavları yaptı. İki tanesi aklımda kalmış. Biri eddebiyat dersinde yaptığımız deneme testiydi. Bütün soruları eleme usulü yazı turayla cevaplamıştım. Diğeri de sentetik geometri dersinde Ahmet hocamızın yaptığı matematik testiydi. Her sorunun çözümü uzun sürüyordu ve yetiştirememiştik. Bir sonraki derste soruları çözerken bu soru daha kısa yoldan nasıl çözülür diye soranlara hocamız bu soru böyle çözülür demişti. Daha kısa yol gibi bir derdimiz olmasını anlamsız bulmuştu. Ayrıca zaten soruların çözümünün en kısa yolunu göstermişti bize. Daha bunu anlayamamıştık ama seneye ülkenin en iyi bölümlerine girecektik.
Bütün bunların yanında ben biraz farklı bir yol izlemiştim. Senenin ilk etütlerinin birinde o yılki sınavı aldım ve çözmeye çalıştım. Henüz test yönteminin gerektirdiği hıza hakim değildim ama sorular zor değildi. Sonra elde ettiğim sonuca göre küçük bir hesap yaptım. Birinci tercihimi kazanmak için her bölümden 48 net yapsam yetebilir dedim. Önümde daha bir yıl vardı ve bu netleri biraz artırabilirdim. Daha matematikte öğrenmediğimiz türev integral konuları vardı. Edebiyatta da açığımı biraz kapatabilirdim belki. O an elektroniği kazanacağıma inanmıştım. Sonra etrafıma baktım ve en az benim kadar iyi bir sürü öğrenci gördüm. Hepsi de şimdiden hedefine odaklanmış bir şekilde çalışıyordu. Böylece şansımı artıracak son taktik de kendiliğinden ortaya çıkmış oldu. Yapmam gereken tek şey aynı sınava girecek bu zeki rakiplerimin hazırlanmasını engellemekti ve bir yıl boyunca etütleri sabote etme stratejisini uygulamaya başladım. Her etütte eğlenceyi ön plana aldım. O yıl Boğaziçi Elektronik bölümüne bizim sınıftan başka kimse giremediğine göre planımda başarılı olmuştum.