Benim Patronusum

Bu anımı aslında daha sonraya saklıyordum ama ne zaman doğru bir zamanlama yapabildim ki?

Babamla çok çeşitli ilişkiler yaşadım. Hayran olduğum dönemler oldu, korktuğum, küçümsediğim ve nefret ettiğim. Babama kendisinden nefret ettiğimi söylediğimde bunun onu nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordum ve bu darbeyi mükemmel bir zamanlamayla vurdum. Uzun süre kendisiyle konuşmadım, amcamın arabuluculuk teşebbüslerini de geri çevirdim. İkimizde de ciddi bir inatçılık vardı, ne o geçmiş için özür diledi ne de ben barışmaya yanaştım.

Bu ilişki ortamında bile hala tatillerde Türkiye’ye gidip geliyordum. Babam da bizi arabayla oraya buraya götürüyordu ama bunun dışında aramızdaki ilişki maslahatgüzar seviyesindeydi. 2013 yılının Ekim ayındaki Türkiye tatili hayatımızda birçok şeyi değiştirdi. Babamla biraz biraz konuşmaya başlamıştık. Prostat kanserini yenmişti ama henüz akciğer kanseri olduğunu bilmiyordu ama bir şeylerin ters gittiğinden şüpheleniyordu. Yanlış hatırlamıyorsam kurban bayramıydı ve ikimiz de bu bayramdan nefret ediyorduk. Babam çok daha önce et yemeyi bırakmıştı, ben de o tatilden sonra vejetaryen oldum. O tatilin bir günü kuzenlerimi görmek için Gölcük’e gittik. Çok güzel bir gün oldu ve bizi yatıya kalmamız için ikna etmeye çalışmalarına rağmen gece dönüş yoluna çıktık. Yolda neden bilmiyorum mezarlığın yanında durduk. Arabadan indik, mezarlığın alçak duvarına doğru yürüdük. Konuşmadan, ikimiz de o mezar taşına bakakaldık. Armağan Aksoy. 22 Ağustos 1975 – 28 Ocak 1976.

“Bir şey sormak istiyorum baba” dedim.

“Sor” dedi.

“Hayalimde bir anı var, hatırladığımı sandığım ilk anım. Hayatım boyunca bu gerçek mi değil mi diye hep merak ettim. Belki sen bilirsin”.

“Anlat bakalım”

Bunun üzerine, Profesör Lupin bana patronus büyüsü için bir anı seç dese hiç düşünmeden seçeceğim anımı anlatmaya başladım. Benim için hayatımın başladığı an.

“Hasan amcamların dükkanındayız. Sen var mısın hatırlamıyorum ama annem var, ve kucağında başını annemin omuzuna koymuş bir bebek. Bebeğin üzerinde beyaz bir el örgüsü yelek var sanki. Bu kadar.”

“Bilmem, olabilir ama. O sıralarda amcanın dükkanına gitmiştik.

“Çok teşekkürler. Kızkardeşim dünyada en çok sevdiğim insandır.”

“Benim de” dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bu sırada ben de içimden ağlıyordum.

Artık barışmıştık. Beraber arabaya bindik ve yola çıktık. Bundan sonra babamı iki kere daha gördüm.

Belirsizlik

Marika, Rihon’la buluşmasına on dakika gecikeceğini farkettiğinde Rihon’a bu beraberliğin yürümeyeceğini söylemenin kolay bir yolunu arıyordu. Belki de bunu boşu boşuna dert ediyordu. Ne de olsa aralarındaki sorunları o da görmüş olmalıydı.

Giyinip evden çıktı. Tren istasyonundaki pastaneden kahvaltı için hamur işi birkaç şey aldı. Trene bindi ve kimseyi göremeyeceği bir şekilde boş dörtlü koltuklardan birinde pencere yanına oturdu, dışarıyı seyretmeye başladı.

İşe geldiğinde artık tanıdık yüzlerden kaçma şansı kalmamıştı. Hangi tanıdık yüzden kaçmaya çalıştığını da bilmiyordu. Şimdiki mi, bir yıl sonraki mi yoksa on yıl sonrası mı? Kendisine bakanlar hangisini görüyordu acaba? Odaya girdiğinde kendisine nasılsın diye soran iş arkadaşı acaba nezaketen mi böyle sormuştu yoksa yirmi yıl sonra yakalanacağı kanseri mi kastetmişti? Artık iyiyim cevabı eskisinden daha da anlamsız bir hal almıştı. En iyisi kimseyle konuşmadan işlerini bitirmekti ve böyle de yaptı.

Akşam iş çıkışı restorana vardığında Rihon kendisini iki kişilik bir masada on dakikadır bekliyordu.

– Umarım çok bekletmedim.

– Yok, biliyordum zaten. Yine de erken gelip bir şeyler içeyim dedim.

– Konuşmamız lazım.

– Evet.

– Dayanamıyorum artık. İlişkimizde bir gelecek göremiyorum.

– Neden ama? Bence bunlar ufak tefek sorunlar. Zamanla geçecekler de.

– Dayanamadığım şey geçip geçmemeleri değil, gelecek olmaları. Bunları bilmek, beklemek. Hangisine göre karar vereceğimi bilemiyorum.

– Dört yıl boyunca bir sorun yok gibi görünüyor ama. Sence de öyle değil mi? Bu zamanı beraber, mutlu geçirebilirdik en azından.

– Üzgünüm ama ben bu dört yılı beş ya da on yıl sonrası yokmuş gibi yaşayamam. Bu konuda kesin kararımı verdim ben. Ayrılmalıyız.

Rihon bunun üzerine kafasını onaylar şekilde hafifçe salladı ve siparişlerini vermek için garsonu çağırdı.

Hz Baduli

Hz Baduli bilindiği kadarıyla peygamberliği reddeden tek peygamberdir. Kendisine pergamberlik gelmeden önce de çevresindekiler tarafından sözü dinlenen, her önemli konuda fikirlerine danışılan biriydi.

Rivayete göre kendisine yine vahiy gelen bir gün, gelen melekle aralarında bir tartışma geçmiş.

– Ey Baduli! Kutsal kitabın neredeyse tamamını indirdik. Neden hala bu ayetleri çevrene yaymıyorsun?

– Bunlara kutsal kitap mı diyorsunuz? Şu iki ayete bak mesela, açıkça birbirleriyle çelişiyorlar. Ya şu ayete ne demeli? Tamamen yanlış. Bunları kimseye anlatamam ben.

– Biz seni peygamber olarak gönderdik. Tanrının sözlerini yayasın diye. Neden peygamber olduğunu kimseye söylemedin peki?

– Peygamber olduğumu söylesem, bana getirdiğin bu ayetleri bildirmeye kalksam bütün inandırıcılığımı kaybederim de ondan.

– Tanrının kelamı hakkında nasıl böyle konuşursun? Sen koca bir peygambersin …

– Peygamber deme bana artık. Bu şartlar altında peygamberlik yapmayı reddediyorum.

– Bunu tanrıya ilettiğimde gazabının şiddeti korkunç olacak.

Bu konuşmayı duyan çoban hemen meydana koşup duyduklarnı herkese bir bir anlatmış. Bunları duyan halk da Baduli gibi bir yalancıyı artık aralarında istemediklerini söylemiş ve Baduli ertesi sabah köyü terk etmek zorunda kalmış. Bundan sonra Baduli’nin neler yaptığı ile ilgili aktarılan bir bilgiye sahip değiliz.

Gelecek

Utsah, odasında hafta sonu ne yapabileceğini düşünürken bilgisayarının ekranında kendisiyle görüşmek isteyen bir çiftin beklediği uyarısı belirdi. Birden içinde yükselen endişe, hafta sonu için hala karar verememiş olduğuna daha da üzülmesine neden oldu. Uzun zamandır bir randevu olmamıştı ve neredeyse Aile Planlama Danışmanlığında çalıştığını bile unutmuştu. Hemen programdan ihtiyacı olan istatistikleri hazırlamasını istedi ve dışarıdaki çifti odasına davet etmek üzere koltuğundan kalkıp kapıya yöneldi.

– Buyrun, …

– Nirapada. İyi günler.

– Şöyle geçin lütfen.

Çift kendilerine gösterilen sandalyelere oturduktan sonra Utsah da yerine oturdu. Kısaca ekrandaki bilgilere baktıktan sonra konuşmaya başladı.

– Sigorta bilgisayar sistemi verilerinizi inceledi ve risk tahminlerini hazırladı. Sizi bu konuda bilgilendirmeliyim. Sonuçlara göre eğer çocuk yaparsanız mühendisliğe eğilim olasılığı yüzde 27 olacak. Sanata eğilim beklentisi ise yüzde onaltı. İstatistik ve sigortaya yatkınlığı ise sadece yüzde sekiz.

Bunu duyan çiftin yüzü biraz asıldı. Utsah ekrandaki istatistiklere bakıp, kalan bilgileri iyimser mi yoksa normal bir şekilde mi versem acaba diye kısaca düşündü. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.

– Yirmi otuz yıl içinde tabii ki bu meslekleri şu an uygulayan insanların bir kısmı emekli olacak, ölecek ya da belki de hapiste olacak. Bunun gibi nedenlerden ötürü bu mesleklerdeki gelecekteki azalma istatistikleri de bu tablodaki gibi hesaplanmış. Tabii ki ilk sütunlardaki değerler ortalama değerler. Diğer sütunlara bakarsanız standard sapmaların hiç de az olmadığını göreceksiniz. Kararınızı verebilmeniz için bilmek istediğiniz başka bir şey varsa size elimden gelen yardımı vermeye hazırım.

– Huzurlu bir geleceği olacaksa çocuk yapmak istiyoruz tabii ki ama mühendislik bile çok riskli oldu artık. Tabii ki sigortacı olmasını isteriz ama sanatçı olsa da mühendislikten iyidir. Uzun zamandır çocuk yapmak istiyoruz ve gelecek tahminleri bizim için ilk kez bu kadar iyi görünüyor. Belki de bu şansı hemen kullansak iyi olur.

– Eğer istatistikler konusunda başka bir sorunuz yoksa ve …

– Teşekkürler, bu kadar matematik bilgimiz var.

– Peki, tabii ki kararınızı hemen vermek zorunda değilsiniz. İstatistikler her gün değişiyor ama normalde öyle büyük bir değişiklik değil. Değişim bilgileri de ekler kısmında mevcut zaten.

– Hmmm, evet dediğiniz gibi görünüyor ama sanırım biz kararımızı verdik zaten. Bu konuda sürekli düşünmek, hesap yapmak hayatımızı iyice zindana çevirdi zaten. Bir çocuğumuzun olmasını çok istiyoruz. Evet, çocuk yapmak istiyoruz.

– Peki o zaman. Şu formu doldurursanız, danışmanlık işlemlerini bitirmiş oluruz. Ondan sonrası için size bol şans dilemekten başka bir şey kalmıyor.

– Teşekkür ederiz.

Sancılar başladığında Nirapada’nın eşi hemen doktoru aradı ve doktor da hastaneye durumu bildirdi. Hastane adrese bir ambulans gönderdi ve onbeş dakika sonra Nirapada hastanede doğumu yaptıracak ekiple beraberdi. Doğuma daha vardı ama. Doktor Nirapada’ya yapılacak işlemleri, gelip giden sancıların arasında tek tek anlamaya çalışıyordu. Nirapada sancılardan mı yoksa bozuk olan morali yüzünden mi bilinmez, pek tepkisiz bir şekilde doktoru dinliyordu. Danışmanla görüşmeden sonra bütün işler ters gitmişti. Artık sanatçılar da eserlerini sigortalatmak zorundaydılar. Sigortaların ele geçirmediği hiçbir üretim ya da hizmet sektörü kalmamıştı. Her meslekte yapılan ufak bir hata çok pahalıya mal olmaktaydı ve bu yüzden hemen hemen her çalışan çok huzursuzdu. Sigortacılar hariç. Çocuğunun tek şansı sigortacı olmasıydı artık ama genetik bilgilerinde bir değişiklik olmadığından sigortaya eğilmesi şansı hala küçüktü. Buna karşın bilimdeki gelişmeler danışmanın verdiği istatistikleri de yavaş ama sürekli çocuğunun aleyhine değiştirmekteydi.

Ertesi gün doğum komplikasyonsuz geçti. Nirapada yatakta ziyaretçilerinin tebriklerini kabul ederken, etrafındaki şekillerin endişeli görünüşlerine hiç anlam veremeyen Dugal, annesinin kucağında geleceği düşünmeden, huzur içinde uykuya daldı.