Elden Ring (PS4)

Bu oyunu Serkan’ın tavsiyeleri ve ısrarları üzerine oynadım. Daha baştan bu oyun için çok yetenekli olmadığımı biliyordum. Bundan önce Dark Souls oynamıştım ve oyunu anca aşırı güçlenerek bitirebilmiştim. Bunda da aynı stratejiyi kullanabilirim diyerek plan yaptım ve sonuçta planım tuttu. Tabii ki neredeyse aylar süren bir oyundan sonra.

Oyunun grafikleri oldukça başarılı. Oynanışı da fena değil. Sadece controllerda beni zorlayan bazı durumlar vardı. Örneğin ekipman seçimi her durumda kolay olmuyordu. Kaçarken iyileştirme bu seçimleri yapmak beni en çok zorlayan sorunlardan biriydi. Bir diğeri de tabii ki reflekslerim eskisi gibi değil artık. Bu yüzden uzun süren dövüş sahnelerinde her zaman zorlandım. Mimic tear da olmasa heralde hiç oynayamazdım bu oyunu.

Oyun genel anlamda zor bence ama her büyük rakip için sanki bir kolaylık düşünülmüş gibi. Bunlar uygulandığında o kadar da zor olmuyor. Bir de hemen hemen sınırsız güçlenme şansınız var. Bunun önündeki tek engel zaman. Onu da dert etmezseniz oyunu bitirmek kolay.

Oyunu bu sabah sonunda bitirebildim. Fakat bitirdiğimin farkına varmadığımdan oyunun son sahnesini atladım ve ne yazık ki bunun geri dönüşü de yok. Evet, oyunda pek sevmediğim özelliklerden biri bir yeri kaydedip ondan sonra farklı kararları deneme şansınız yok. Verilen bir kararın genelde geri dönüşü olmuyor. Neyse, oyun bitti sonuçta. Oyunu, iyi grafikli, fantastik öğelerle dolu zorca bir oyundan hoşlanan herkese tavsiye ederim.

Yapay zekaya kod yazdırma deneyim ve bana düşündürdükleri

Geçen hafta Ümit’in üniversitede bir ödevi vardı. Simplex metodunu python diliyle programlamaları gerekiyordu. Programlanacak fonksiyonların hepsi açıklamalarıyla verilmiş ve en sonunda da bu fonksiyonlar kullanılarak simplex metodu programlanacaktı. İstenen fonksiyonlar da baz seçimi, ftran, btran, pricing gibi fonksiyonlardı ve arama motorlarında yapılan aramalarda kolay kolay çıkmıyorlardı. Simplex metodunu arattığımda, hatta btran ya da ftran gibi kavramları da aramada kullandığımda hemen hemen her seferinde sadece klasik tablo yöntemini bulabildim. Elimizde hocanın ders notları vardı ama onları anlamak için epey zaman harcamam gerekecekti. Bir de Ümit programlamada yeterince iyi olmadığından o kısmı da büyük ihtimalle kendi yapamayacaktı ve ödevi zamanında teslim edememe şansı yüksekti.

Bu ortamda programı gemini’a verdim. Şu fonksiyonları programla dedim ve program açıklamalarına bakarak ilk bakışta işe yarayabilecek kodlar üretti diyebilirim. Arada ufak bir anlaşmazlık da yaşadık ama. Gemini sınırlı uzunlukta cevap verdiğinden fonksiyonları tek tek yazmasını istemek zorunda kaldım. Yoksa kendisi programı yazdığını sansa da programın yarısı ekranda gözükmüyordu.

Sonra fonksiyonları Ümit’e verdim ve hepsini test et dedim, bu yapay zekanın her dediğine güvenmemek lazım diye de ekledim. Buraya kadar elimizde çalışma şansı olan ama test edilmemiş bir program vardı ve bu iş için neredeyse hiç zaman harcamamıştık. Üretim hızı çok iyi gözüküyordu.

Sonra kendime başka sorular sormaya başladım. En basit soru tabii ki bu ödevin amacı neydi? Ümit’in simplex metodunu ve bu metodu python ile programlamayı öğrenmesiydi ve açıkçası bunu öğrenmeyi denemedik bile. Peki elimdeki kodla ilgili herhangi bir soruyu cevaplayabilir miydim? Yani kodu anladım mı? Buna da cevabım hayırdı. Kodu anlamak için hocanın notlarını anlamaya çalışmam gerekiyor ve ben bu notları anlamamak için kodu yapay zekaya yazdırdım zaten. Peki ya testlerde sorun çıkarsa ve kodu düzeltmem gerekirse? Kodu anlamadan bunu nasıl yapacağım? Tabii ki yapamayacağım.

Kısaca yapay zekayı kullanarak bu tür problemlerde sadece üretimi hızlandırabildim ama bu işin bana hiçbir katkısı olmadı. Bana katkısı olmadığı gibi, benim de duruma ne şimdi ne de gelecekte (durumu değiştirmediğim sürece) bir katkım olamayacak. Bu yüzden piyasada yapay zeka ile üretiminizi beş kat, on kat artırın reklamlarına çok mesafeli yaklaşıyorum. Eğer bu üretimde beynimin de önemi varsa bu sayılar çok abartı bence. Beynim yaptığım işi beş kat, on kat hızlı anlayamayacaksa o zaman gerçekte aldığım verim o kadar fazla olmayacaktır. Ortada anlaşılacak bir şey yoksa o zaman kabul ama.

Tabii buradaki durumu azcık değiştirirsem yapay zekanın faydalarını saya saya bitiremem. Mesela yazmak istediğim kodu anladığım durumlarda önemli olan şey birden üretim hızı olacaktır. Bunun için de yardımcı her fonksiyonu seve seve kullanırım . Belki de kullandığım programlama ortamı bunu bana şimdiden sunuyordur ve ben bunun farkında değilimdir.

Yapay zekayı mesleğim dışındaki alanlarda kullanmaya alışmam ise kolay oldu. O alanlarda belki de pek büyük hedeflerim olmadığından bu kararı vermekte hiç zorlanmadım. Mesela yapay zekaya değişik kompozisyonlarda resim hazırlatıp onları çizmeye çalışıyorum. Ya da enstrümantal müzik besteletip bunları çalmaya çalışıyorum.

Yapay zeka ileride hayatımıza çok daha fazla ve başarılı bir şekilde girecek. Bu değişimdeki en önemli faktörlerden biri de onu nasıl kullanmak istediğimiz olacak. Eğer imkanım olursa yapay zeka satıcılarının anlattıklarından çok kendi ihtiyaçlarıma göre karar vermeyi düşünüyorum. Bunun için de yapay zekadan uzak durmak yerine onunla haşır neşir olmaya devam edip, hem onu hem de kendi ihtiyaçlarımı daha iyi tanımam gerekiyor.

Dark Souls remastered (PS4)

Sonunda bu oyunu bitirebildim. Başta oyuna çok kızmıştım. Çok sinir bozucu hatalar vardı. Mesela öldürdüğünüz bir düşman siz yürürken ayağınıza takılabiliyor. Sizinle beraber hoplaya zıplaya sürükleniyor sonra. Daha da kötüsü kamera problemleri. Kamera oyuncunun kafasından değil de arkasından gösteriyor, dolayısıyla bazen oyuncuyla kamera arasında dallar gibi bir engel giriyor ve önünüzü göremiyorsunuz.

Oyun başta zor geldi bana. Hatta çok zor geldi. Bazı yerleri çocuklara oynattım da geçebildim. Daha sonra, yeterince güçlendikten sonra oyun nispeten kolaylaştı. Zor yerlerde bile işi kolaylaştıran çözüm yolları da var oyunda. Bu açıdan baktığımda süper bir hikaye yapmış programcılar.

Oyun mekanikleri çok sevdiğim bir tarzda değildi ama seçtiğim karakter türü ve kullandığım ekipmanla bu problemin üstesinden gelebildim.

Bir süre daha bu kadar zor bir oyun oynamayı düşünmüyorum ama. Refleksleri biraz iyi olan gençlerin hoşuna gidebilecek bir oyun bence. Benim gibi daha eski nesiller de bu oyunu sevebilir. Zorlandığımız zaman acele etmeden oyun karakterimizi güçlendirme imkanımızın olması büyük avantaj.

Wiesel (Blue Brixx)

Çocuklara bu Noel’de Lego muadili olan Blue Brixx setlerinden bir tane aldım ve bugün montajını bitirebildim. Wiesel adlı bir Alman panzeri. Anladığım kadarıyla bu modeli yapan firma Xingbao ve parçalar Blue Brixx’ten. Model üzerinde altı yaş üstü için uygun yazıyordu ve neden olmasın dedim.

Altı yaş üstü elli yaş üstünü kapsamıyormuş ama. Kılavuzdaki ilk adım için rahat onbeş dakika harcadım. Parçalar numaralandırılmış küçük poşetlerde duruyordu ve ilk adımda 1 numaralı paketle başlayın diyor. Güzel dedim ama 1 numaralı altı adet paket var ve kılavuzda da bunun böyle olduğu yazıyor.

Aradığım parçaların olabileceği ilk torbayı kabaca seçip bir kaba döktüm ve doğru parçaları bulmaya çalıştım. İki tanesini buldum ama üçüncüyü bulamadım. İkinci bir 1 numaralı torbayı daha açtım ve kaba boşalttım. Bu sefer de parça sayısı çok olduğundan doğru parçayı bulmak zaman almaya başladı. Ayrıca kılavuzdaki parça resimleri de küçük olduğundan görebilmek için telefonun el feneri modunu da epey kullanmam gerekti. Zamanla panzerdeki parçalar arttı ve kaptakiler azalmaya başladı, dolayısıyla parça arama zamanı da azaldı.

Bazı parçalar takıldığı yerden bir kere çıkarılınca tutuş gücünü epey kaybetti. Bunun dışında sonuç fena değildi bence. Birkaç parçanın gevşekleşmesi yüzünden çok oynanabileceğini sanmıyorum ama vitrinde güzel duracaktır.

Görüldüğü gibi modelde iki değişik top kısmı var. Bunlar kolayca değiştirilebiliyor.

Hades (PS4)

Bugün sonunda Hades’i bitirebildim. İlginç bir oyundu. Karakter her öldüğünde oyun en baştan başlıyor. Normalde çok sinir bozucu bir özellik bu ama ölen karakter her seferinde daha da güçleniyor. Dolayısıyla bir süre sonra oyun nasıl olsa bitecek güveniyle oynanıyor. Altmış kere öldükten sonra yeterince güçlenmeyi başardım anlaşılan. Bir de son oyunda oldukça iyi özellikleri kombinleyebildim ve bölüm sonu rakipleri bile oldukça kolay oldu. Oyunda görmediğim ve bitiremediğim bir sürü alt görev kaldı hala ama devam edeceğimi sanmıyorum açıkçası. Biraz daha kaliteli bir candy crushla zaman geçirmek isteyenler için tavsiye edebileceğim bir oyun oldu.

Doom Eternal (PS4)

2023 yılı sonunda epey yorulmuştum. Biraz kafamı dağıtmak için çocukların konsolunda oyun oynayayım dedim. Seçenekler arasında Doom Eternal da vardı. Gençliğimin oyunu ne de olsa deyip oynamaya başladım. Tabii ki en kolay zorluk seviyesinde. Grafikleri ve müziği çok başarılı buldum. Benim sorunum ise oyunun oynanışındaydı. Savaşlar benim için çok zordu. Bulabildiğim tek yöntem sürekli hareket halinde kalıp yapay zekanın çok güçlü programlanmamış (kasıtlı olarak yapılmış tabii, aksi durumda imkansız bir oyun olurdu) olmasının avantajından faydalanmaya çalışırken şansımın yaver gitmesini beklemek oldu. Bana daha da zor gelen ise akrobatik hareketler isteyen bulmacalardı. Artık yaşlandığımdan göz, el, beyin koordinasyonum da haliyle daha zayıftı ve bazı hareketlerde inanılmaz zorlandım.

Oyunu birkaç yerde bırakmayı düşündüm. İlk olarak level sonu olarak doom hunterla mücadele kısmında. Onu yaklaşık yarım saat kaçak dövüşerek öldürmeyi başardım. Daha sonra marauder ile ilk karşılaşmada da bu sefer kesin bırakıyorum dedim. Onu da kaçak dövüşüp yine şansa yenmeyi başardım. En son Khan Myker’da oyunu bıraktım ama. Belki yine uğraşsam, şansım da olsa onu yenebilirim ama bir yerden sonra oyunun bu zorluğu insanı bıktırıyor. Yaşlanınca en kolay yaptığımız şey ise vaz geçmek oluyor.

Oyunda hile kodlarının levelı bitirdikten sonra aktifleştirilebilmesi hiç beğenmediğim bir özellik oldu. Bu durumda benim gibi pes edenler hikayenin sonunu da kızıp merak etmeyebiliyor. Bu da hikayeyi yazan elemana yazık belki ama oyun ekibinin kararı ne de olsa. Diğer beğenmediğim özellik de controller kullanımının çok karmaşık olmasıydı. Bunu insanlar oynayacak ya, ona göre oyun yazın arkadaşlar!

Oyun hikayede belli noktalara ulaşıldığında kendiliğinden kaydediyor. Bir yerde iyi bir hareket bu. Aksi durumda oyuncu bazen yanlış bir yerde kaydedip kendi ayağına sıkabiliyor ama benzer bir durum daha küçük bir ihtimalle bu çözümde de mümkün. Bu çözümün bir başka komik yan etkisi de, böyle bir kayıt noktasından hemen sonra zor bir akrobasi sahnesi varsa orayı defalarca deneyip sonunda öldüğümüzde bu sefer daha uzun bir yükleme sonrasında aynı yerden oyuna devam etmek oluyor. Bence bu çok rahatsız edici bir tasarım hatası. Aynı rahatsızlık yine böyle sık sık yüklenmesi gereken zor yerlerden önce bir video sahnesi varsa da oluyor. Aynı şeyi defalarca seyretmek ya da atlamak zorunda kalmak çok can sıkıcı.

Sonuçta güzel bir oyunun oynanabilirliği kasten sakatlanmış diye düşünüyorum ve bu oyunu sadece buna hazır olan oyunculara tavsiye edebiliriyorum.

Technoseum (Mannheim)

Yakınlarda bulunan çok sevdiğim bir müzedir Technoseum. Sevdiğim özelliklerinden birisi sadece teknik müzel değil, aynı zamanda bilimsel bir müze olmasıdır. Yani fizik alanında bazı temel deneyler de yapılabilir burada. Deneyleri çok sevdiğimden birkaç yılda bir bu müzeye giderim.

Geçen hafta sonu müzeye Ümit’le beraber gittim. Mannheim istasyonundan yürüme 25 dakika kadar mesafede ama 6A tramvay hattı müzenin çok yakınından geçiyor. Müzeye gitme amacım bir iki deney, oyun fikri elde etmek ve birkaç film çekmekti.

Müze turu en üst kattan başlıyor. Noel öncesi olduğundan çok kalabalık değildi müze ve şansa en üst katta yine karton modelcilerin sergisi vardı.

Sergideki bir kadından bu hobi üzerine bilgiler aldım. O gün sergilenen eserleri bu forum linkinde görebilirsiniz:

https://www.kartonbau.de/forum/thema/46925-kmb-2023-im-technoseum-mannheim/

Tarım araçlarının sergilendiği koridordan sonra ilk büyük salona geldik. Burada mekanik, optik ve astronomi alanlarında eserler ve deneyler sergileniyordu. Çektiğim bazı deney filmlerinin youtube linklerini buraya koydum. Girişteki ilk deney palanga ve makaralar üzerineydi. Bu deneyde gösterilen şey makara ve palanga sistemiyle bir ağırlığı daha az kuvvet uygulayarak hareket ettirmenin mümkün olması ama tabii ki hedef çocukların bunu ölçmesi değil sezmesi. Eğer ölçmeye kalkışılırsa yapılan işin değişmediği de (çünkü yükü aynı miktarda yukarı kaldırmak için daha çok ipin daha az kuvvetle çekilmesi gerekmekte) görülecek ama bu fikir çocuklar için hiç de ilginç bir şey değil. Zaten orada yük olarak kullanılan 20 kiloluk çuvallar da çocukların ilgisini kaçırmaya en baştan yetiyor. Buna karşın bu deneyin hemen yanıbaşındaki başka bir deneyde yük olarak çocuklar kullanılabiliyor ve çocuklar bunu çok seviyor.

Bir başka mekanik deneyi de sarkaçlardı. Bu deney düzeneğinde çocuklara sarkacın periyodunun neye bağlı olduğu soruluyordu. Seçenekler de sarkacı oluşturan ağırlık ve sarkacın uzunluğu. Deney masasında bir adet kronometre olmasına rağmen bozuk olduğundan bununla geçerli bir ölçüm yapmam kolay değildi. Ölçüm yapmak çocuklar için zaten eğlenceli olmadığından kimse bu kronometrenin eksikliğini de hissetmedi. Aşağıda dört kat yavaşlatılmış videoda sarkacın periyodunun ağırlığa değil de uzunluğa bağlı olduğunu görebiliriz.

İki adet optik deney istasyonu vardı. Birinde içbükey ve dışbükey merceklerle prizma, diğerinde de küçük aynalarla kompleks aynalar sistemi yapma imkanı vardı. Merceklerle normal ışık kullanılırken, aynalarla lazer kullanıldığından ayna deneylerinin sonuçları daha net görülüyordu. Çocuklar bu istasyonlarla da pek ilgilenmediler. Belki de bu istasyonlarda çok temel ve soyut özelliklerin gözlemlenmesinden ötürü ilgi daha azdı. Işığın izlediği yolu görmek güzel ama oluşan görüntünün daha küçük mü büyük mü olacağı hakkında bir fikir üretmeye yetmeyen bir görsellikti bu. Aynı salonda tarihi mikroskoplar, teleskoplar sergilenirken merceklerin bu özelliklerinin gösterilememesi bence büyük bir eksiklikti.

Dönen cisimlerle ilgili deneyler de benim hep ilgimi çekmiştir ama çocuklar bu alanda da çok seçici. Deney eğlenceli olmalı, yani çocukça bir şaşırtıcılığı olmalı. Aşağıda dönen cisimlerle ilgili çektiğim bazı videolar var. Benim ilgimi çekenler çocukları hiç ilgilendirmedi ve benim daha anlamsız bulduklarım (anlaşılması daha zor olanlar) çocukları kendilerine mıknatıs gibi çekebildi.

Bu konudaki ilk deney merkezkaç kuvvetinin dönen bir sıvıdaki gözlemiydi. Tahmin edersiniz ki bu çocukların çok hoşuna giden bir deneydi.

Bu da deneyden çok çocukları eğlendirmek için koyulmuş bir oyuncak. Burada olan şeyi çocuklara anlatmak hem mümkün değil hem de gereksiz. Çocukları tek rahatsız eden şey bence topların deliğe düşmek için çok uzun zamana ihtiyaç duyması. Çocuklar beklemeyi sevmiyor.

Çocukların çok beğendiği bir başka deney de doğrusal hareket eden cisimlerin döner bir tabla üzerinden geçerken gösterdiği davranışlardı. Çocuklar bu olayların ne demek olduklarıyla ilgilenmiyordu, sadece eğlenceli olup olmadığına bakıyorlardı.

Bir sonraki deney de aynı kütledeki ve benzer şekildeki iki cismin aynı yolu farklı zamanlarda alabilmesi üzerineydi. Kütlenin cisimlerdeki dağılımı cisimlerin hareketlerini etkileyebiliyor ama bu hiçbir çocuğun umrunda değildi.

Çocuklardan daha çok benim ilgimi çeken deneylerden birisi de açısal momentumun korunmasıyla ilgiliydi. Deneyin ana kahramanı dönen bir tekerlek. Tek başına hiç ilginç değil ama bu tekeri dönebilen bir tablanın üzerine koyduğumuzda ilginç şeyler olmaya başlıyor. Teker dönmeye başladıktan sonra tekerin yönünü değiştirdikçe üzerinde bulunduğu tabla da dönmeye başlıyor ve tekerin dönüş yönüne göre kendi dönüş yönünü de değiştiriyor. Bence bu çocuklar için büyük bir deney, yani çocuğa göre çok büyük bir aparat. Büyük ihtimalle çocuk o mesafede neler olduğunu doğru göremiyor.

En alt katta da elektrik ve manyetizma üzerine deneyler vardı. Burada sadece elektrikle lamba yakma deneyleri çocukların dikkatini çekti. Deney düzeneklerinde lambalar üzerinde düşen voltaj ve lambalardan geçen akımlar da gösteriliyordu ama bunlar çocuklar için hiçbir anlama gelmiyordu. Benim bu katta en çok ilgimi çeken deney düzeneği ise manyetik alan çizgilerini göstermek için kullanılan bir sürü mini pusuladan meydana gelen aparattı. Yalnız bu sefer fark ettim ki bu aparat da yeterli değildi. Manyetik alan çizgileri değiştiğinde insan tek tek pusulalara konsantre olabiliyor ama büyük resim o kadar çabuk görünmüyor maalesef. Bu deneyin daha etkili olması için görsel etkinin insan beyninde daha hızlı oluşturulması gerekecek gibi.

Müzenin en altında küçük bir odada herkesten saklı bu istasyon ise benim buraya asıl gelme nedenimdi. Bu bir sis odasıydı. Belli alkol ve hava dolu bir kapta yüklü taneciklerden oluşan radyasyonu izlemek için kullanılan bir aparat. Videodaki birkaç santimetre uzunluğundaki kısa kalın izler büyük ihtimalle alfa bozunumlarına işaret. Daha uzun ve ince izler de beta ışınımları (elektron ya da pozitron) olmalı.

Bunların dışında çocukların ilgilendiği deneylerden bazı fotoğraflar da çektim. Şimdi de biraz bunlardan bahsedeyim.

Bu statik deneyinde, küçük parçaları masa üzerinde işaretli yerlere yerleştirdikten sonra masanın arka tarafını yukarı kaldırınca bir köprü kurmaya çalışılıyor. Bu köprü yıkılmazsa problem çözülmüş oluyor.

Bu deneyde nehrin iki kenarını birleştiren bir köprü yapılmakta. Deneyin yanında bunun çözümünün matematiksel açıklaması da verilmiş ama çocuklar bununla hiç ilgilenmediler ve doğrudan deneysel bir çözüm arayışına girdiler.

Yine nehir üzerinde başka bir köprü kurma deneyi.

Basit elektrik deneyleri de çok ziyaretçi çekti.

Müzede sadece fizik deneyleri yoktu tabii ki ama bu yazı epey uzun olduğundan kalan kısmı başka yazılarda anlatmayı düşünüyorum.

Otto Dill müzesi

25 yıl boyunca birkaç kilometre ötesinde oturduğum Neustadt a.d. Weinstrasse şehrinin belki de en önemli ressamı için yapılmış bir müzeye gittim sonunda. Şehrin merkezindeki müze sadece tek bir kattan oluşuyor. Bütün tablolar o alana sığmadığından her yıl sergilenen eserler değiştiriliyor.

Normalde burada müzelerde ceket ve çanta yasaktır. Bunlar girişte kilitli dolaplara bırakılır ve tekrar çıkışta alınır. Tabii cüzdanı, telefonu ve diğer değerli eşyaları ceplerimize tıkıştırmak zor olacağından genelde bunları koymak için küçük bir çanta verilir.

Görevli kadına çantayı bırakmam gerekiyor mu diye sordum. Tablolara çarpmadan rahatça gezebilmek için isterseniz buraya bırakın dedi. Kilitli bir dolap aradım ama bulamadım. Kadın bunun üzerine buraya koyun, ben hep buradayım zaten dedi. Bu arada müzede kadınla benden başka kimse yoktu. Sonra çantadan fotoğraf makinemi aldım ve flaşsız ve özel kullanımlar için birçok müzede ana kolleksiyonların fotoğrafı çekilebildiğinden “fotoğraf çekebiliyoruz değil mi?” diye sordum. “Telif hakları nedeniyle maalesef çekemezsiniz” dedi. Makineyi de çantada bırakmak istemiyordum açıkçası ama kadın yine “buraya bırakabilirsiniz, ben hep buradayım zaten” dedi. “Ceketi de bırakmama gerek var mı?” diye sordum ve kadın “Şuraya asabilirsiniz, daha rahat edersiniz” dedi. Bunun üzerine her şeyi kadına bırakıp müzeyi gezdim.

Sergideki resimlerin ana figürleri öküzler, atlar ve aslanlardı. Çiftlikleri bol olan bu bölgede öküzleri anlamak kolay. Hassloch köyünde de hipodrom vardı, atları da anladım ama aslanlar nereden çıkmıştı?

Görevliye sordum. Çocukluğunda buralara gelen sirklerdeki aslanlara ilgi duymaya başlamış. Daha sonra Münih akademisinde okurken de hayvanat bahçesindeki kedigillerle zaman geçirmiş.

Eserleri çoğunlukla yağlıboya ve suluboya idi. Sergide mürekkep, kömür ve karakalem eskizlerine de yer verilmişti.

Çıkışta da üzerinde Otto Dill eserlerinin olduğu iki kartpostal aldım, sadece bu ikisi kalmış. Kadın da eğer kartpostal alıyorsanız isterseniz bardak altlığı da hediye edebilirim dedi. Peki diyince de dört beş tane verdi.

İki kartpostal için yedi tane bardak altlığı almışım.

Mart sonunda Otto Dill’in başka tablolarını sergileyeceklermiş.

Jesuitenkirche (Mannheim)

Bu cumartesi daha önce de ziyaret ettiğim Cizvitler adındaki bir katolik tarikatına ait bir kiliseye gittim. Bu kilisenin sevdiğim yanı diğer kilise ve katedrallere oranla çok daha aydınlık olmasıdır. Çok büyük bir kilise değil ama iç dekoru bence oldukça güzel. 18. yüzyılda yapılmış ve önemli Barok kiliselerinden biridir.

Kilisenin dışında bazı heykeller var.

İlk iki heykel dört ana erdemden (Bilgelik, adillik, ölçülülük ve cesaret) ikisi olmalı. En alttaki heykel de Fama, şöhret ve söylenti tanrısı.

Kapıdan girince görülen manzara bu işte. Sağdaki sütunun kenarında minberi görüyoruz. Minberin üzerinde bir elinde kılıç diğer elinde de kitap olan heykel de Aziz Paulus. Bu kilisede birçok tarihi katedralin aksine vitraylı camlar yok ama çok çeşitli duvar süslemeleri kullanılmış.

Bu da girişin hemen üzerindeki büyük org. Kilise’de daha küçük bir org da var.

Buradaki kubbe süslemesinde de IHS harflerinden meydana gelen bir motif görüyoruz. Bu motif Yunanca’da İsa’nın adının ilk üç harfinden (ΙΗΣΟΥΣ, Jesus) oluşturulmuş ve bir de haç işaretiyle süslenmiş. Bu tür motiflere Christogram deniyor.

Kubbe süslemeleri de burada:

Kilisede altı adet sunak vardı ama biri perdeyle örtülüydü. Sunakların her birinde bir resim ve üstlerinde de bir taş süsleme vardı. Ayrıca sunakların arkasında da incilden alıntı olduğunu düşündüğüm bazı sahnelerin resimleri vardı. Bu fotoğrafları yazı çok büyük olmasın diye instagram adresine yükledim.

https://www.instagram.com/p/C0rWCG_C9Hx/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0rdVAMCVnq/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0rp17CCV4d/?utm_source=ig_web_copy_link

Aşağıdaki linkteki resimlerde de kubbedeki köşebent fresklerini görebilirsiniz. Philipp Hieronymus Brinckmann tarafından resmedilmiş dünyanın dört kıtası. Ne yazık ki hangi resim hangi kıtayı temsil ediyor bilemiyorum.

https://www.instagram.com/p/C0rZ0xPCeXm/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

Bu da yaklaşık yirmi metre yüksekliğinde olan büyük sunak. Aziz İgnatius ve Franz Xavier (bu tarikatın kurucularından) meleklerle beraber tasvir edilmiş.

Pfalz galerisi (Kaiserslautern)

Bu hafta sonu Almanya’da ilk kez bir resim sergisine gittim. Ayın ilk cumartesileri bedava olduğundan bugünü seçtim. Ümit’le beraber gidecektik ve o sıkılırsa erken çıkarız diye düşündüm.

Giriş kapısında briç klübünden birisini gördüm. Biraz ayaküstü konuştuktan sonra içeri girdik. Aşırı nazik ve süper giyinmiş görevliler bizi karşıladı ve hemen bilgiler vermeye başladılar. İnsan sırf böyle muamele görmek için parasını da verip sergilere gidebilir aslında diye düşündüm. Çantaları ve ceketlerimizi kilitli dolaplara bırakıp turumuza başladık. Daha ikinci katta bizi yakalayan başka bir görevli kuzey tarafındaki bölüme kesin gitmemizi tavsiye etti. Oradaki tavana bakın önce ve sonra oturup tabloların keyfini çıkarın diye de ekledi. Nereden bilsin ki ben yön bulma özürlüyüm ve kuzey ne tarafta diye sormaya da utandım. Nasıl olsa tavanlara bakarım, en etkileyici tavanı görünce de oturur tablolara bakarım diye plan yaptım.

Özel olarak Rudolf Levy sergisi vardı. İlginç bir hayatı olmuş. Fransa’da bulunmuş, oradaki insanlardan etkilenmiş, Matisse’in atölyesinde ders almış filan ama Birinci Dünya Savaşı’nda da gönüllü olarak orduya girip Fransa’ya karşı savaşmış. İkinci dünya savaşında da Nazilerden kaçıp İtalya’ya gitmiş ama yine de SS’ten kurtulamamış ve yakalanıp Ausschwitz’e gönderilmiş ve büyük ihtimalle de yolda ölmüş.

Rudolf Levy’nin kendi portresi

Bunlar Rudolf Levy’nin eserlerinden seçtiklerim.

Rudolf Levy’nin ölmeden önce yazdığı son mektup.

Daha sonra müzedeki standard sergiyi gezdik. Buradaki eserler de çok güzeldi. Harika heykeller de vardı ama görevli kadının bize bahsettiği o etkileyici tavanı göremedik. Belki de o sözlerden sonra kilise ya da cami kubbesi gibi süslemeli bir tavan beklediğimizden hayal kırıklığına uğradık.

Standard sergiden bazı eserler.

Sonra bir ara başka bir şeyin fotoğrafını çekmek isterken telefonumu kaybettiğimi fark ettim. Eşyaları dolaba koyarken dolabın üst tarafında bir yere koyduğumu hatırladım ama daha sonra onu oradan alıp almadığımı hatırlayamıyordum. Gittiyse gitmiştir zaten diyip turumuzu rahatça bitirdik ve aşağıya indik. Tabii ki şifreli dolabımızı da şifreyi bilmemize rağmen açamadık. Bir görevli yardımcı oldu ve sonra dolapta telefonumu aramaya başlayınca telefonunuzu mu kaybettiniz diye sordu. Sanırım kaybettim dedim. O da bir telefon bulduklarını söyledi ve resepsiyondan bir telefon alıp uzattı bana. Evet, benim telefonumdu. Teşekkür edip ayrıldık.

Ümit sanırım epey sıkıldı ama resim sergilerini, müzelerini artık daha çok ziyaret etmek istiyorum.

Dün çektiğim fotoğrafların hepsi aşağıdaki instagram linklerimde:

https://www.instagram.com/p/C0YgXs1iJ0f/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0Yjqxhiovv/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YkDE0C0Zw/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YktF8i_jv/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YlOPcCyn8/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YmauMiDYW/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YmxwGi3Vj/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YnMwjCyvS/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==