Akraba kayırıcılığı

Akraba kayırıcılığı tabii ki sadece şarka mahsus bir durum değil. Yani öyle düşünüp moraliniz bozulmasın. En fazla “Almanlar bizi kıskanıyor, onlar da yapıyor” deyip geçin.

Görüntü işleme projesi başladığında çok sıkışık bir zaman planımız vardı. Önce fuara yetişmesi gereken bir proje yaptık ve ardından da büyük bir müşteri için anlaşılan diğer üreticilerin yanaşmadığı bir proje. Fazladan mesailerle geçen aylar sonunda müşteri projenin ne durumda olduğunu görmek için şirkete uğramaya karar verdi. Sistemin yeterince hızlı çalışıp çalışmayacağını görmek istiyordu. Ulaşmamız gereken zaman da ciddi bir şey değildi. Bütün bir paketi inceleyip sonuçları bir sonraki makineye bildirmek için 2 saniye zamanımız vardı.

O sırada proje yöneticisinden ne tür yardıma ihtiyacımız olabilir gibi bir soru geldi. Biz de önümüzde bu tür sorunlarla sık sık karşılaşacağımız için zaman ölçme konusunda ufak bir desteğe ihtiyacımız var dedik. Aslında bunu yapabilecek elemanlarımız vardı ama herkes meşgul olduğundan böyle bir şey istedik. Hem işimize yarayacak bir şey olacaktı, hem de bu iş sırasında bizi soru yağmuruyla işimizden de pek alıkoymayacaktı. Yöneticimiz tamam deyip bu işle ilgileneceğini söyledi. Şaşırmıştık ama yine de daha önceki performanslarına göre iyi bir hareketti diyerek sevinçle karşıladık.

Birkaç gün sonra proje yöneticimiz müjdeyi verdi. Destek bulunmuştu. Destek verecek ekiple toplantı da o cuma yapılacaktı. Müşteri bir sonraki cuma gelecekti ve o hafta perşembe günü resmi tatildi. Kısaca pek bir zaman kalmamıştı. Bizim ekip şefi tatilde olduğundan toplantıya benim girmemi istedi. Kabul ettim.

Toplantı günü geldiğinde hazırlıklarım tamamlanmıştı. Olumsuz bir durum için de B planımız vardı. Program müşteri geldiğinde bitmiş olmayacaktı tabii ama iyi yolda olduğumuzu gösterebilirdik. Toplantı odasına girdiğimde (nedense toplantılara hep geç gidiyormuşum izlenimi bırakıyorum ama yok öyle bir şey) bizim yönetici ve diğer şirketin sahibi masada yerlerini almış havadan sudan konuşuyorlardı. Kısa bir tanışmadan sonra problemi anlattım. “Bu projede ve ileridekilerde sık sık duyarlı bir şekilde zaman ölçmemiz gerekecek ve bu altyapıyı kurmak için şu an ayıracak kaynağımız olmadığından profesyönel yardım almayı düşündük. Bu iş için kullanmayı düşündüğümüz programlar şunlar ve sistemimizin özellikleri de şöyle. Bu iş haftaya müşteri gelmeden biterse iyi olur.”

Desteği verecek eleman bunun yapılabileceğini, kolay olduğunu filan anlattı. İyi o zaman, toplantı hemen biter, gider diğer işlere bakarım diye düşünüyordum ki birden daha iyi bir planı olduğundan bahsetmeye başladı. İki saniye önceki rahatlama yerini birden korkuya bıraktı. Yöneticimiz de merak etti ve neler yapılabileceğini sordu. Eleman da anlatmaya başladı: Bizim görüntü işleme alanında oldukça fazla tecrübemiz var. Anladığım kadarıyla sizin sorun şuralarda (Bizim sorunları ne zaman konuştunuz siz ya?). Sizin kullandığınız model (Oh, oh, detaylar bile konuşulmuş) yerine monolitik bir yapı kullanarak program daha hızlandırılabilir ve böylece zaman ölçmeye gerek kalmaz (Bu nasıl bir kabus böyle?).

“İyi de bizim sadece zaman ölçmeye ihtiyacımız var” diye araya gireyim dedim ama masal devam ediyordu. “Şimdi biz müşterinin ürününü inceleyecek rutinleri yazalım. Sonra onu sizin programa entegre ederiz. Kesinlikle daha hızlı bir program olacaktır.”

“Müşteri haftaya geliyor. Önümüzdeki hafta kısa bir hafta. Böyle bir program yapsanız bile bu süre içinde entegre edilmesi imkansız.”

“Bizim hazır kütüphanelerimiz var. O kadar sürmez. Entegrasyonda sizi de destekleriz.”

Bu sırada kara kara dereyi geçerken at değiştirilmez Almanca nasıl denir acaba diye düşünüyordum. Adamın önerdiği şey bugüne kadar pratikte hiçbir zaman başarılı olamamış bir yöntemdi. Hatta Brooks kanunu diye de geçer: “adding human resources to a late software project makes it later”. Bu yeni elemanların bizim sisteme alışana kadar bir süre geçmesi lazım, ayrıca bu sıradaki iletişimler de bizim elemanları işlerinden alıkoyacak. Haftaya yetişmesine imkan yok yani.

Bunları da anlattım ve bizim proje yöneticisi dahiyane bir çözümle olaya girdi. “Aynı anda iki yolu da izleyemez miyiz acaba?”. Destek veren şirketin sahibi buna hemen olumlu yaklaştı. Ben de nasıl bir oyuna kurban gittiğimi ancak o zaman anladım.

“Çarşamba sabaha kadar rutinler hazır olursa belki entegrasyon şansımız olur. Ondan sonra imkansız. Zaman ölçümlerini de en geç o zamana hazırlarsanız iyi olur.”

Toplantıdan sonra proje yöneticisine ayrıca bu yapılan planın yetişmeyeceğini zaman ölçme kısmını en kısa sürede yaptırmasını söyledim. En azından ileride kullanabileceğimiz bir şey yapmış olurlardı o zaman. Tabii ki “hee, tamam” cevabını aldım.

Sonraki hafta her gün planın ne durumda olduğunu sordum. Çarşamba günü de geldi ve ne zaman ölçümü ne de söz verilen rutinler geldi. Çarşamba öğlende proje yöneticisine “Rutinler artık gelmese de olur, umarım müşterinin tatmin olacağı kadar hızlıyızdır.” dedim. Tabii ki cuma günü rutinler geldi. Bizim sisteme eklememi istediler. Ben de “Ben kendimle dalga geçebilirim, bunun için size ihtiyacım yok” dedim ve müşteriye sunum için B planını deneyeceğimizi anlattım. Hemen programa birkaç kıytırık zaman ölçme rutini ekledik, programı yeniden derledik ve müşteriyi karşıladık. İstenen zamana henüz ulaşamamıştık ama projecilerimiz bunu müşteriye iyiye gidiş olarak satabilmişti. Müşteri de memnun kalmıştı (memnun kalmaya ihtiyacı olan müşteriyi memnun etmek kadar kolay bir şey yoktur).

Destek hizmeti aldığımız firmanın sahibi bizim proje yöneticisinin sınıf arkadaşıymış. Yaptığımız toplantının sonucu baştan belliymiş yani. Böylece kendi rutinlerini bizim sisteme entegre etmeye çalışarak güzel bir proje kapmayı başardılar. Bu süre içinde zaman ölçme sistemi asla kurulmadı. Hala, B planında ne yaptıysak o kullanılıyor. Bir yılda eklediğimiz destek rutinlerini işe yaramadıkları için sistemden çıkarabilmemiz üç dört yıl daha sürdü.

Bir yanıt yazın