Türkiye’de bir çok insanın hayali olan bir eğitim aldım. Anadolu Lisesi’nde başlayan İngilizce eğitim, Fen Lisesi’nde verilen aradan sonra Boğaziçi Üniversite’sinde yine devam etti. Aslında ben yabancı dil konuşmayı sevmem, daha çok okuyucu ve dinleyiciyimdir ama eğitim dili yabancı dil olunca mutlak kaçış olmuyor. Yine de minimum utanç verici vakayla bu kısmı atlattım.
Nedense okul bittikten sonra İngilizce konuşmaktan o kadar korkmuyordum artık. Tabii İngilizce konuşulan bir ülke yerine Almanya’ya geldim. En fazla birkaç cümle Almanca biliyordum. Daha sonra farkettim ki o birkaç cümle de günlük hayatta hiç kullanılmıyormuş.
Tabii bu eğitimin ardından insanda bir özgüven oluşuyor. Her sorunun altından kalkarım duygusu hakim oluyor. Almanca’yı öğrenmek kolay oldu ama yine dinlemek ve okumak için. Konuşmayı hala sevmiyordum. Bu sorada staj yaptığım yerlerde çok zorlanırsam İngilizce de konuşabildiğimden ciddi sorunlar yaşamıyordum. Günlük hayat öyle değil ama. Fırından ekmek alırken bile ekmeğin bin tane çeşidinin olması o “bir adet ekmek almak istiyorum” cümlesinin ne kadar boş olduğunu yüzüme çarpıyordu. Satıcı tabii ki hangisini istediğimi soruyordu ama hangisi diye sormuyordu. Sorusunu tercüme etmeye kalksam sanırım şöyle bir şey olurdu: Oaaannnnnii? Evet ders kitaplarındaki o Almanca yaşadığım yerde kullanılmayan bir dildi. Pfälzisch denen bir dili öğrenmem gerekiyordu. Komik olan şey ise bu dertten Almanların da muzdarip olmasıydı. Başka şehirlerden buraya gelip yerleşmiş Almanlar da bu dili anlamıyordu. Neyse, zamanla bu dili anlamaya başladım ama asla konuşmayı denemedim. Anlamaya başladım dediysem sadece duyduğumda anlıyordum. İnanmazsınız belki ama bu dilin yazılı hali de var. Okurken kesinlikle bunu anlamıyorum. Buna karşı bir yöntem geliştirdim ama. O kısımları sesli okuyorum. Sesi duyduğumda da anlıyorum. Dilin beyinde çözümlenmesi gerçekten de ilginç bir mekanizma olmalı.
Daha sonra asosyalliği biraz azalttım. Bunun için konuşmam gerekti ama. Bunu da hallettim. Almanca ile bir sorunum kalmamıştı artık. Yani kısmen kalmamıştı. Bazen arada Türkçe kelimeler kaçırdığım oluyor ama sorun olmuyor. Asıl sorun ise artık şirkette ortaya çıktı. İngilizce konuşan elemanlarla anlaşamıyordum. Yani anlaşmanın bana doğru olan kısmı çalışıyordu da ben düşündüklerimi İngilizce’ye çeviremiyordum. İngilizce cümle kurarken aklıma önce Almanca kelimeler geliyordu. Bu kelimelerin Almanca olduğunu farkedersem İngilizce karşılığını biraz düşünmem gerekiyordu ama bu da konuşmamı çok yavaşlatıyordu. Söylediğim kelimenin Almanca olduğunu da genelde karşımdaki kişinin yüz ifadesinden anlıyordum. Dil ve konuşma merkezlerimde bence otomatik işlemesi gereken bir şey doğru çalışmıyordu ve bu yüzden acayip enerji harcamak zorunda kalıyordum.
Bunun üzerine İngilizce konuşma antrenmanları yapmaya başladım. Tabii ki kendi kendime. Bakalım bu bir işe yarayacak mı?
Dillerden çektiğim bu kadarla da kalmadı. İnternette de sorunlar yaşayıp duruyorum. Sanal alemde birileriyle konuşurken önce bir dil seçmem gerekiyor. Genelde hep Türkiye’deki arkadaşlarımla konuştuğumda bu dilin Türkçe olduğu aşikar ama konuşma klavye üzerinden yapıldığından bir sorun var. Klavyenin harf dizilimine dikkat etmem gerekiyor. Türkçe QWERTY dizilimiyle mi Türkçe konuşacağım yoksa Alman QWERTZ dizilimiyle mi? Bazen ilk yazdığım cümle çok anlamsız oluyor. Hızlı hızlı yazayım derken ne yazdığıma bakmadığımdan sonucu mesajı gönderdikten sonra görüyorum. Arkadaslar gülüyordur belki ama bu beni ara ara çok kızdırıyor. Beynin otomatik yaptığı ya da otomatik yapmasını beklediğim şeylerin bir çoğunu kontrol etmek zorunda kalmak beni rahatsız ediyor. Bu akşam yine başıma geldi ama bazen bu yazdığım şeyi düzeltmek bile istemiyorum. Özellikle çok yorgun ya da kızgın olduğumda.
Şimdi de daha fazla bir şey yazmak istemeyecek kadar yorgunum. Yatayım en iyisi.