Doktor maceraları

Böbrek taşları maceram eğer yanlış hatırlamıyorsam üniversitenin ilk yıllarında başladı. Bir haftasonu Gölcük’e anemlere gelmiştim ve gece salonda yatarken sabaha kadar kıvranmıştım. Ne olduğunu bilmediğimden birazdan geçeceğini düşünüp kimseyi uyandırmamıştım. Uzun süre bu ağrılarla bir daha karşılaşmadım. Bir sonrakine bu sefer yine üniversitedeyken Göztepe’de yakalandım. Yine uzun süre kıvrandıktan sonra bu sefer yardım istemeye karar verdim ve kuzeni aradım. Sonra minibüse atlayıp Söğütlüçeşme’de buluştuk ve Acıbadem Hastanesine gittik. Orada bir şey tespit edemediler ama böbrek taşı şüphesiyle hayatımda kullandığım en acı ilacı verdiler.

Hastalıklarla ilgili tek felsefem şudur: Hastalanınca bir doktora giderim, ne derse onu yaparım. Teşhisini sorgulamam, ikinci bir doktora gidip onay almam filan. Bu nedenle bu vakalardan sonra bile böbrek taşlarını hiç merak etmedim. Neden olurlar, nasıl önlenirler soruları hiç ilgimi çekmedi.

Almanya’ya geldikten sonra da birkaç kere böbrek taşı (belki de bazıları sadece kum idi) ağrıları yaşadım ama bu alanda yaptığım tek ilerleme kırkbeş dakika kuralını geliştirmek oldu. Eğer ağrılar bu süre sonunda geçmezse hastaneye gitmemi söyleyen bu kuralı birkaç yıl sonra uygulama imkanı da buldum. Hastanede kaldığım üç gün sonunda işin rutinini de öğrendim.

  • Hastaneye gece gidilir: Hastanenin gece gidilebilen bir yer olduğunu Almanya’da öğrendim.
  • Formların doldurulup asistan doktorun beklenmesi: Ölürken bile bürokrasi şart.
  • Asistan doktorun ultrasonla bir şey görememesi
  • Ağrı kesici yardımıyla üç kişilik bir odada uyumaya çalışmak
  • Sabah kontrast maddeleriyle röntgen filmi çekilmesi ve taşın görünmesi
  • Doktorun “taş küçükmüş, bekleyelim kendiliğinden düşsün” demesi
  • Beklemek ve taşın düşmesi
  • Taburcu olmak: Duruma göre son iki madde yer değiştirebiliyor.

Bu rutinin aslında sigorta şirketlerinden para koparma yöntemi olduğunu yıllar sonra öğrendim. Hastanede tedavi süreleri tamamen boş yatakların etkin kullanımı amacıyla hesaplanıyor. Örneğin hastanede kalışlarım taş o sırada düşse de düşmese de üç günü geçmedi. Demek o yatağı üç gün sonunda boşaltırsam hastane yeni hasta sayesinde sigortadan daha çok para alabiliyor.

2005 yılında yine kırkbeş dakika kuralına uyarak hastaneye gittim. Asistan doktor ultrasonla boşa çabalarken ağrıdan kıvranarak (neden önce ağrı kesici verip sonra ultrasonla bakmazlar anlamadım hiç) “taşı görebildiniz mi?” diye sorma hatasında bulundum. “Taş olduğunu nereden biliyorsunuz?” diye karşı bir soruyla cevap verdi. Sorudan, daha doğrusu cevaptan anlaşıldığı üzere doktor erkekti. Ben de ağrıların bana verdiği yetkilere dayanarak “siz yenisiniz galiba, bu ağrıların sektöründe yıllardır çalışıyorum ben” diye cevap verdim. Neyse ki ağız dalaşına girmek yerine Almanca fesupanallah çekerek ağrı kesici çözümüne gitti ve ikinci raund sabaha kaldı.

Röntgen filmi tabii ki haklı olduğumu gösterdi. Tam ‘bekleyelim, kendi düşsün’ safhasına geçmeye hazırlanıyordum ki doktorun aklına dahiyane bir fikir geldi. Taşı kırdıralım. Doktor dediyse kırdırılacak tabii. Birinci kata indik ve benden önceki hastanın işinin bitmesi beklemeye başladık. Odadan gelen çat çat seslerine bakılırsa taşı falakayla kırdırıyorlardı ama doktor en iyi çözüm bu dediyse öyledir diye düşündüm ve işlemle ilgili bir şey de sormadım doktora. Sıra bana geldiğinde içeri girdim ve  doktor bana ağrıkesici isteyip istemediğimi sordu. Bu sefer soruya soruyla cevap verme sırası bendeydi: “Ağrı kesicisiz oluyor mu?”. Bazı hastalar istemiyormuş. Bunların mazoşist hastalar olduğuna kanaat getirip falakamı ağrıkesiciyle almaya karar verdim. Doktor hazırlıkları yaparken soyunmamı söyledi. Doktor dediyse soyunulacak ama bir iki saniye tereddüt ettim tabii ki. Neyse ki bu sırada soyunmamış olması da beni biraz rahatlattı. Sonra beni saydam bir masaya yüzüstü yatırdı. Sanırım erken rahatlamıştım, görünüşe göre tehlike henüz geçmemişti. Kendisi de aletin başında ayarları yapmaya başladı. Bu sırada sessizliği bozmak için bir sorum olup olmadığını sordu. Elbette vardı. Taşı kırdırırken kullanılan dalgaların frekansını sordum. Doktorun yüz ifadesinden yıldızlarımızın bir daha asla barışmayacağını anlamıştım. Kaptan Kirk edasıyla “Enerji” dedi ve bombardıman hemen başladı. Çok acımıyordu. Bir süre sonra işlem bitti ve yeniden bekleme safhası başladı. Parçalanmış taş artık kendi kendine düşebilirdi. Sadece su içmek ve merdiven inip çıkmam gerekiyordu.

Tabii ki doktoruma zaferi bu kadar kolay teslim etmeyecektim.  Merdiven sporu yaptığım bir esnada ağrı kesiciye karşı midem isyan etti. Kusunca vücudumun verdiği tepki şudur: İki üç gün yemek ve içmek istemem ayrıca hareket de etmem.

Ertesi gün tekrar röntgenle bakıldığında taşın yeniden birleştiği görüldü ve doktorum yine kırdırmayı teklif etti. Artık işlerin nasıl yürüdüğünü bildiğimden kabul ettim ama bu sefer ağrı kesici yanında midem için de bir ilaç vermesini istedim ve benden kurtulmaya bu kadar yaklaşan doktorum bu ricamı kabul etti. Yeniden birinci kata indiğimde doktorumun yanında başka bir adam vardı. Doktorum bizi tanıştırdı. Üroloji bölümü başhekimiymiş. Başka bir tedavi yöntemi teklif edecekmiş. “Dinliyorum” dedim. Başhekim anlatmaya başladı:

“Taşı kırarken çevredeki dokulara da zarar verdik. Şimdi bir daha kırarsak daha da zarar vereceğiz. Bunun yerine en iyisi mesane ile böbrek arasına sonda koyalım. Hem taş büyük ihtimalle bu sırada düşer hem de zarar görmüş doku sonda tarafından korunur ve daha çabuk iyileşir”. Sonra bir sorum olup olmadığını sordu. Tabii bu tedaviler hakkında hiçbir bilgim yoktu ve daha da kötüsü kullanılan kelimeler kelime dağarcığımda yoktu. Peki ben bunları sordum mu? Tabii ki hayır, doktor dediyse sonda konulacak. Ne sorayım diye düşünmeye başladım. Mesane ile böbrek arası dediğine göre kesip açacaklar, bir şey koyacaklar diye düşünerek “ameliyata nasıl hazırlanacağım?” diye sorumu yönelttim. Doktor gülümsedi ve  “ameliyata gerek yok” dedi.

Bunun üzerine düşünmeye başladım: Mesane ve böbrek arasına. İkisi de iç organ. Kesmeye gerek yok. Demek oraya giden başka bir yol var. Yoksa o yoldan mı bahsediyorlar? Lanet olsun, tabii ki o yoldan bahsediyor.

Doktora döndüm ve “kabul ama bu sırada hiç bir şey duymak ve görmek istemiyorum” dedim. Gülerek bunu kabul etti. Ardından sondanın on gün içerdide kalacağını söyledi. İşlem sırasında beni uyuttular ve hiçbir şey duymadım, görmedim. On gün rapor aldım ama hayatımın en rahatsız on günüydü. Oturmayı geçtim yatarken bile ağrıyordu.

Bundan sonra arada ağrılar oldu ama şansa bir daha kırkbeş sakika kuralını uygulamam gerekmedi.

 

Bir yanıt yazın