Kütüphane

Hayatım boyunca sık sık gittiğim bir ibadethane varsa o da kütüphanedir. Her dönemde de değişik dinleriyle, ayrı mezhepleriyle ilgilendim. Öyle de dönek bir dindarım.

İlkokuldayken Gölcük halk kütüphanesi Atatürk heykelinin hemen arkasındaki bir binanın ikinci ya da üçüncü katındaydı. O kütüphanede adını yanlış hatırlamıyorsam Yaman Çocuk diye bir dergiyle tanışmıştım. Koca koca ciltleri vardı. O ciltlerde en sevdiğim dizilerse Hulk idi. Hani şu yeşil canavar. Bir de tabii ki 1001 gece masalları. Ona da başlamıştım. İlk cildini bitirememiştim ama bayılmıştım. Biri bitmeden diğerine başlanan masallar. Sanırım o basımda erotik kısımlar çıkarılmıştı ya da ben onları anlayacak yaşta değildim. O zaman bu masalları bir gün okumaya karar vermiştim ve yıllar sonra bir gün Türkiye’ye tatil için geldiğimde sekiz cilt halinde yeniden basıldığını öğrendiğimde hepsini almıştım.

Ortaokul sırasında okulun kütüphanesine sadece iki kere gitmiştim sanıyorum. O da son sınıfta bir bilgi yarışmasına hazırlanmamız için öğretmen tarafından gönderilmemiz sonucunda. Kütüphanede sadece Özer’le satranç oynadığımı hatırlıyorum ve bilgi yarışmasında yan sınıf bizi ezip geçmişti.

Lisede de okulun kütüphanesine birkaç defa gittim sadece ama o seferlerde inanılmaz kitaplar buldum. Bir tanesi son sınıfta aldığımız sentetik (analitik değilse sentetik olmalı diye o ismi vermiştik sanırım) geometri dersi konularının anlatıldığı ingilizce bir kitaptı. O kitaba öyle hayran kalmıştım ki daha sonra kitabı tamamen fotokopi çektirdim ve Almanya’ya getirdim. Şu sıralar onu okumasam da o kitabın yakınlarda olduğunu bilmek bana hep iyi gelmiştir. Diğer harika kitap da bir biyoloji kitabıydı. Biyoloji lise boyunca hep en uzak olduğum bilim dersiydi. Eğer sıralarsam Kimya, Matematik, Geometri, Fizik ve Biyoloji derdim. O kitabı üniversite sınavına hazırlanırken hormonlar konusuna çalışmak için almıştım. İngilizce bir kitaptı ve daha ilk sayfalarda kitap beni büyüledi. İnsan vücudunun bu kadar mantıklı olduğunu bilmiyordum, biyolojinin bu kadar güzel anlatılabileceğini de. Hatta oradan öğrendiğim üç kuruşluk hormon bilgisiyle doktor kuzenimle bu konuları konuşmaya başlamıştım. Sınav için işe yaramadı ama biyolojiyle barıştım. Kitabı iki yıl daha önce bulsaydım belki de şimdi doktor … Ha yok, ben kan görmeye dayanamadığım için doktor olmak istememiştim.

Üniversite kütüphanesi benim için Kabe gibiydi. Derslerden çok oraya gitmişimdir. Yunan, Roma ve Kuzey mitolojilerinde üç kere hatim indirdim. Hatta kimya laboratuvar asistanı elimdeki mitoloji kitabına sulanıp, kitabı uzatmamı engellemekle tehdit ettiğinde kitabı bitirene kadar kütüphaneye getirmedim. 1971 – 1972 yıllarının meşhur satranç dergilerini hayranlıkla okudum. Bir tanesi “Fisher did it!” başlığıyla çıkmıştı ve adaylar turnuvasında rakibini 6-0 yenmişti. Bir başkası da “Fischer did it again!” başlığını taşıyordu, yine 6-0 kazanmıştı. Yapay sinir ağlarıyla ilgili makaleleri hayranlıkla okurken acaba neocognitronları programlamak için nasıl bilgisayarlar kullandıklarını merak ettim.

Yazın Gölcük’te kaldığım zamanlarda gündüzler futbol oynamak için çok sıcak olduğundan pek bir şey yapamazdık. Bir kere gezerken, gezmek de denemez ona ya, giderken demek daha doğru olur heralde, parkı geçtikten sonra kurumuş dereden sonra mı önce mi hatırlamıyorum ama, bir kütüphane gördüm. Halk kütüphanesi yıllar sonra oraya taşınmıştı. İçeri girdim, oturdum ve raftan bir roman alıp okumaya başladım. Pearl Buck’ın bir kitabıydı, adını bilmiyorum artık ama Çin’de geçen bir romandı. Daha sonra orada birkaç Pearl Buck romanı daha okudum. Hepsi Çin’de geçiyordu. Kitapları okurken arada ödevlerini yapmaya çalışan çocuklara yardım ediyordum ama kütüphanedeki görevli dışındaki tek yetişkin olmam onları da rahatsız ediyordu heralde ki biraz çekiniyorlardı.

Almanya’da da halk kütüphanelerine gittim. Sanatla ilgili kitapları okudum, denedim ve beceremedim ama yine denedim.

Kütüphaneler şimdi internet çağına ayak uydurmaya çalışıyor. Ben de yaşım nedeniyle daha az gidiyorum kütüphanelere, ibadetlerimi daha çok evden yapıyorum. Genesis kütüphanesi ya da Gutenberg projesi çoğunlukla işimi görüyor. Geçenlerde artık çok yer kapladıları için garajdaki ve bodrumdaki kitaplarımın bir kısmını bağışlamak için şehir kütüphanesine sormaya gitmiştim. Dışarıdaki kutuya koyun, isteyenler alsınlar, bizim yerimiz yok diye cevap vermişlerdi. O zaman kızmış ve geri dönmüştüm ama şimdi bu kitaplar burada duracağına okumak isteyen birilerine gitseler daha iyi olacak diye düşünüyorum.

Bir yanıt yazın