Tren gelir hoş gelir (bazen)

Almanya’ya doksanların sonunda geldiğimde trenler çok dakikti. Sadece şehirler arası hızlı trenler de değil, en ücra yerlerdeki banliyö trenleri bile. Trenlerdeki bir sonraki durağı gösteren elektronik tabelaları gördüğümde gözlerim yaşarmıştı. Hatta bunlar otobüslerde bile vardı. Türkiye’den alışık olmadığım güvenlik saplantıları da vardı.Neymiş efendim? Tren hareket halindeyken kapılar açılamazmış. Kapılar kapanmadan tren hareket edemezmiş. Durağa gelmeden de kapıları açma mümkün değilmiş. Bunların hepsi merkezi sistem tarafından kontrol ediliyor ve buna rağmen trenlerin dakik olması ilginç geldi. Bir kişi bile mi zevk için o kapıyı beş dakika açık tutup trenin hareketini engellemeyi denmemiş yani?

Zamanla teknoloji ilerledikçe bu trendeki tabelalara inişin hangi kapıdan yapılacağı ve sonraki duraklara hangi saatte ulaşılacağı bilgileri de eklendi. Daha önceden sadece bütün hatların duraklarıyla beraber gösterildiği krokiler vardı.

Zamanla sisteme hem yerel hem de uzak mesafe olmak üzere daha çok sefer eklendi. Bu kadar planlı ve güvenli bir sistem sonunda dakiklikten feda etmek zorunda kaldı ama plandan asla vaz geçilmedi.

Sabahları işe giderken 7:08 trenine biniyordum. Yılda iki defa değişen planlara (Bu arada planların değişeceği tarihler de belli bir plana sahiptir yani her planın hangi tarihe kadar geçerli olacağı sol üst köşede yazar) göre bu trenin saati bazen bir dakika öne bazen de bir dakika geri alınıyordu ama bu tren hep vardı. Tek sorun şuydu. O saatlerde şehirlerarası bir hızlı tren bu duraktan durmadan geçiyordu ve önceliği vardı ve uzun mesafe yolculuk yaptığından hemen hemen her gün gecikmeli geliyordu.  Bu yüzden benim bineceğim tren de her beş iş gününün dördünde beş dakika geç geliyordu. Almanlar ise bu duraktaki gecikmeyi basit bir plan değişikliğiyle (7:08 yerine 7:13 yazarak) çözmek yerine bu gecikmeyi kabul etme yolunu seçtiler. Aslında biraz düşününce bu inat mantıklı da geliyor. O trenin o seferinde hatta otuz durak varsa gecikme sadece son beş durakta meydana geliyor. Eğer treni baştan beri beş dakika geç hareket ettirirlerse bu sefer diğer hatlarla çakışmalar daha çok olacak ve belki de kelebek etkisi sayesinde aynı şehirlerarası hızlı tren daha çok gecikecek ve biz onu daha çok bekleyeceğiz.

Başka garip bir olay da dün başıma geldi. Kaiserslautern istasyonuna geldim ve bineceğim tren 18:32’de hareket edecek. Beklemeye başladım. Önce tren birkaç dakika geç gelecek anonsu yapıldı. Sonra bu gecikme onbeş dakikaya çıktı ve birkaç dakika sonra da yirmibeş dakika şeklinde düzeltildi. Plana göre bir sonraki tren 18:58’de hareket edecekti. Yani yirmibeş dakika rötarla benim bineceğim tren bir sonraki trenle hemen hemen aynı olacaktı. Aynı anda aynı istikamete iki tren birden göndermezler, birini iptal ederler diye düşündüm. Sonra tren geldi bindim. Hareket etmedik ama. O sırada telefonda konuşan bir Türk kadın da “aaa, yanlış trene binmişim. Bu tren 18:58’de kalkıyormuş.” deyince olayı anladım. Benim bindiğim tren geç kalan 18:32 treni değil, erken gelen 18:58 treniymiş. “Aman işte, bir dakikanın hesabı mı olur?” diyerek oturmaya devam ettim. Bu sırada kontrolör geldi. Normalde sadece hareket halinde görünen (tren hareket halindeyken kaçma şansı yok, kapılar kilitli ve biletsiz yolculuğun cezası da 60 €) bu meslek grubunun şimdiden gelmesi hayra alamet değildi. Herkese nereye gideceğini soruyordu. Verilen cevaba göre ya “tamam” diyordu ya da “geciken trenle gitmeniz iyi olur” diyordu. Bana da diğer trene geçmemi önerdi ve burada edindiğim tecrübelere dayanarak Alman uyarılarına (tabela da olsa, görevliden de gelse) uyacaksın kuralına sadık kalıp indim ve diğer treni beklemeye başladım. Yalnız beklediğimiz peronda bir sonraki trenin hareket saati olarak 19:31 yazıyordu. Bir terslik vardı. Son anda bir makinistin işaretiyle anladık ki geciken tren başka bir perona gelecekmiş. Hatta geliyordu. Koşarak diğer perona gittik, trene bindik ve beş dakika erken yola çıktık. O anda diğer kontrolörün insanları neden diğer trene geçirdiğini de anladım. Birincisi iki tren de farklı hedeflere gidiyordu. Yani hatlarının çoğu aynıydı ama biri daha uzağa gidecekti. Buraya gidecek yolcuların doğru trende olması gerekiyor tabii ki. Bir de benim gibi kısa mesafe gideceklerin daha erken hareket edecek trenle seyahat etmesi daha mantıklıydı ve anlaşılan geciken trenin daha önce hareket edeceğini biliyordu. Bu durumda kontrolöre inanmayıp trene geri dönen Türk kadın kaybetmiş, ben de kazançlı çıkmış oldum.

Bir başka plana sadakat örneğini de bir ay önce yaşadım. Briç turnuvasında çıkıp istasyona geldim. Trenim 22:30’da hareket edecek ve tabelaya göre tam zamanında gelecekti. Karşı perondaki tabelada ise aynı hattan ama karşı istikametten gelen trenin hattaki teknik sorunlar nedeniyle bir saat geç geleceği yazıyordu. Düşünmeye başladım. Teknik arıza gideceğim yönde olmalıydı. Demek ki trenim, önümüzdeki fırtınaya doğru zamanında yelken açacaktı. Eğer önümdeki beş duraklık hattaysa sorun var demektir. Ondan sonrası beni ilgilendirmez, eve varmış olurdum nasıl olsa. Ne kadar yanlış düşündüğümü daha ilk durağa gelmeden anladım. Arıza altıncı duraktaydı. Bu iyi haberdi ama bu arıza oluştuktan sonra gideceğim yöne doğru başka trenler de yola çıkmıştı ve önümdeki beş duraklık yol bekleyen trenlerle doluydu. Bu şekilde yarım saatlik mesafeyi iki saatte gitmeyi başardık.

Böyle giderse Alman raylı sistemi bana zorla da olsa sadece küçük ölçekte değil, büyük ölçekte düşünmeyi ve anlamayı da öğretecek.

Bir yanıt yazın