İlk dersler

Lisedeki derslerin çoğunu hatırlamıyorum. Tabii ki hangi konuları öğrendiğimizi kabaca biliyorum ama o konuları ne zaman gördüğümüzü en iyi ihtimalle bir yıla eşleyebilirim, hangi dönem olduğunu bile çıkaramam. Bazı derslerde sınav olup olmadığımızı bile hatırlamıyorum. Bir taraftan o dersten geçtiğime göre bir şekilde en azından geçer not almış olmalıyım diye düşünürken diğer taraftan o geçer notu ne şekilde almış olduğumu hatırlayamamak çok garip bir his. Örneğin din dersinde yazılı sınav olduğumuzu hatırlıyorum, çünkü kopya çekmeye çalıştığım bir sahne var kafamda. Ön sıradaki arkadaştan sıranın altındaki kitabı bana uzatmasını istiyorum. Kitabı veriyor mu vermiyor mu seçemiyorum ama. Orada görüntü iyice bulanıklaşıyor. Coğrafya dersinde sözlüye kalktığımı ve hatta bu sözlüde iyice çuvalladığımı hatırlıyorum. Öyle kötüydüm ki hoca bana soru soracak birisi var mı diye sınıfa sormuştu ve Hale de okyanusları saymamı istemişti. Saymıştım ama hocanın emin misin sorusuna pek de emin olmayan bir evet cevabı verdiğimi hatırlıyorum. Bu sözlü notuyla geçmiş olamam ama yazılı sınav hiç hatırlamıyorum. Tarih dersinde yazılı sınav olmuştuk. Bunu hatırlıyorum, hatta bu sınav o kadar kötü geçiyordu ki hoca sınavın sonuna doğru kendisinden kopya çekeyim diye tarihi iyi olan birini yanıma oturtmuştu. Tabii bu benim varsayımım ama açıkçası aklıma daha mantıklı bir açıklama gelmiyor.

İki dersin ilk dersini ise hatırlıyorum. Daha doğrusu biri ilk ders, diğeri de ilk konu olmalı. İlk hafta üst sınıflar bize bu yılın en zor dersinin kimya olacağını söylemişlerdi. Zor deneyler, anlaşılmaz kavramlar falan filan. Bu sorunları o kadar kafama takmamıştım, çünkü ortaokulda da kimya bana zor gelmişti. Özellikle bütün formüllerin verilmesine rağmen bir elektrokimya deneyinin protokolünü hazırlamayı hiç becerememiştim. Şimdi ne kadar daha zorlanabilirdim ki? İlk erste hoca sınıfa çok basit bir şey sormuştu. Yüz mililitrelik bir çözelti nasıl yapılır? Soru çok basit ama bu şekilde sorulunca oldukça soyut bir soru. Hiçbirimizin deney tüpü, kimyasal madde tecrübesi yok. Herkes deney tüpüne yüz mililitre su koyarız, üzerine kimyasal maddeyi ekleriz diyordu. Hoca da hayır diyordu. Dersin sonuna doğru parmak kaldırıp, ki bu benim o yıllarda hiç yapacağım bir şey değildi, önce tüpe kimyasal maddeyi koyarız sonra yüz mililitre olacak şekilde su ekleriz dedim. Hoca doğru sayılır, daha iyi bir yolu var ama dedi. Önce kimyasal maddeyi koyarız, sonra biraz su ekleyip maddeyi çözeriz ve daha sonra yüz mililitreye tamamlayacak şekilde su koyarız. Eğer bu soruyu laboratuvarda deney tüpü ve kimyasal maddeyle sorsaydı eminim herkes en fazla bir denemeden sonra doğru çözümü bulabilirdi ama kafada, deneyden önce bu sonuca ulaşmak hiç kolay değil. Deneme kolay, yanılma yok. Sadece başka bir beyinden yanlış diye bir cevap geliyor. Tek geri besleme bu. Neyin neden yanlış olduğu bilinmiyor. O zaman bir sonraki hayali deney de aynı şekilde yapılıyor. O günden sonra kimya sevdiğim bir ders oldu.

Diğer hatırladığım ilk konu da matematik dersindeki önermeler mantığı konusuydu. O dersi nasıl işlediğimizi hatırlamıyorum ama önermeler mantığını bir daha unutmadım. Neden unutmadığımı bilmiyorum ama. Lise sırasında çok kullandığımı sanmıyorum ama daha sonra ne zaman ihtiyacım olduysa hemen elimin altındaymış gibi kullanabildim. Belki de çok basit olduğundan ya da bana öyle geldiğinden. Matematik de okulda becerebildiğim ve daha sonra büyüsünden kurtulamadığım bir alan oldu. Hiçbir işime yaramayacak olsa bile anlamak istediğim bazı alanları var ve yavaş yavaş bunları öğreniyorum.

Bir yanıt yazın