Marika, Rihon’la buluşmasına on dakika gecikeceğini farkettiğinde Rihon’a bu beraberliğin yürümeyeceğini söylemenin kolay bir yolunu arıyordu. Belki de bunu boşu boşuna dert ediyordu. Ne de olsa aralarındaki sorunları o da görmüş olmalıydı.
Giyinip evden çıktı. Tren istasyonundaki pastaneden kahvaltı için hamur işi birkaç şey aldı. Trene bindi ve kimseyi göremeyeceği bir şekilde boş dörtlü koltuklardan birinde pencere yanına oturdu, dışarıyı seyretmeye başladı.
İşe geldiğinde artık tanıdık yüzlerden kaçma şansı kalmamıştı. Hangi tanıdık yüzden kaçmaya çalıştığını da bilmiyordu. Şimdiki mi, bir yıl sonraki mi yoksa on yıl sonrası mı? Kendisine bakanlar hangisini görüyordu acaba? Odaya girdiğinde kendisine nasılsın diye soran iş arkadaşı acaba nezaketen mi böyle sormuştu yoksa yirmi yıl sonra yakalanacağı kanseri mi kastetmişti? Artık iyiyim cevabı eskisinden daha da anlamsız bir hal almıştı. En iyisi kimseyle konuşmadan işlerini bitirmekti ve böyle de yaptı.
Akşam iş çıkışı restorana vardığında Rihon kendisini iki kişilik bir masada on dakikadır bekliyordu.
– Umarım çok bekletmedim.
– Yok, biliyordum zaten. Yine de erken gelip bir şeyler içeyim dedim.
– Konuşmamız lazım.
– Evet.
– Dayanamıyorum artık. İlişkimizde bir gelecek göremiyorum.
– Neden ama? Bence bunlar ufak tefek sorunlar. Zamanla geçecekler de.
– Dayanamadığım şey geçip geçmemeleri değil, gelecek olmaları. Bunları bilmek, beklemek. Hangisine göre karar vereceğimi bilemiyorum.
– Dört yıl boyunca bir sorun yok gibi görünüyor ama. Sence de öyle değil mi? Bu zamanı beraber, mutlu geçirebilirdik en azından.
– Üzgünüm ama ben bu dört yılı beş ya da on yıl sonrası yokmuş gibi yaşayamam. Bu konuda kesin kararımı verdim ben. Ayrılmalıyız.
Rihon bunun üzerine kafasını onaylar şekilde hafifçe salladı ve siparişlerini vermek için garsonu çağırdı.