Gün geçmiyor ki meslek hayatımda garip bir şey olmasın. Birkaç gündür başka ekipten bir programcı resmen bizi taciz etmeye başladı. Sanırım şefi ona bizim aletle haberleşen programı baştan sona test etme görevi vermiş. O da yarım saatte bir bizim gruba sorular sormaya başladı. Haberleşme kısmını da ben programladığım için kabak benim başıma patladı.
Bugünkü sorusu da gönderdiğim bir mesajdaki bazı metinlerin 250 karakterden uzun olmasıydı. Daha doğrusu bu sorunun farkında olup olmadığımızı sordu. Elimdeki dökümanlara baktım ve bu uzunlukla ilgili bir kısıtlamanın şimdiye kadar tanımlı olmadığını söyledim. Bir süre cevap gelmeyince bir mesaj daha yazdım. Eğer 250 karakter sınırınız varsa o zaman bu metinleri kesmek sizin işiniz dedim. Bunu zaten yaptıklarını söyledi. Sorun nerede o zaman diye düşünürken bir sonraki cümleyi de okudum. “Ama böyle yapınca veri kaybı oluyor”. İçimden “Aferin Sherlock” dedim. Dışımdan da bir e-mail yazıp, veri kaybının kendi sınırlamaları yüzünden olduğunu anlattım. “Bizim sistemde veri kaybı yok, size geldikten sonra kayboluyor” dedim. Bu konuda da pek yardımcı olamayacağımı belirttim. Bu sınırı kolayca kaldırabileceklerine inandığımdan çözümü de kendilerine alıştırma olarak bıraktım.
Bugün planladığım işleri erkenden bitirdiğimden işten erken çıktım. Erken dediğim kendi normallerime göre erken. İstasyonda maskelerini takmadan ve arada mesafe bırakmadan birbirleriyle hararetli bir şekilde “bu kısıtlamaları azaltmaları yüzünden haftaya kesin korona patlaması yaşarız” konulu bir tartışma yapan iki Alman’ı dinledim.
Akşam da bahçede biraz çalıştım. Bu arada Terence’in kesik bıyıkları sonunda uzamaya başladı. Kedi bıyıklarının bu kadar yavaş uzadığını bilmiyordum.
