Mannheim ve yeni nesnellik sergisi

Birinci Dünya Savaşı yeni sonra ermiştir. Toplumda politik kırılımların yaşandığı bir dönem. İnsanlar, avangart ütopyaların gerçekleşmeyeceğini çok acı şekilde görmüş. Alman sanatçılar da buna tepki olarak resimde günlük nesnelere, görünür şeylere, toplumsal eleştirilere yer vermeye başlayarak bu akımı başlatmışlar. Bu dönemde portreler, manzaralar, şehir resimleri ve natürmort çok kullanılmış.

1925 yılında Mannheim’da yeni nesnellik akımıyla ilgili ilk resim sergisi açılmış. Demek ki ben de bu serginin neredeyse yüzüncü yıl dönümüne gitme şansına erişmişim.

Yeni nesnelliğin bazı alt kolları da ortaya çıkmış tabii ki. İngilizce’de de Verismo denen gerçeklik kolu, eserlerinde daha çok sosyopolitik meseleleri işlediler. Sadece sosyalist ya da komunist fikirler değil, nasyonal sosyalist fikirleri işleyen ressamlar da oldu. Bir başka alt kol da klasikçiler oldu. Bunlar sosyal konulara dalmadan geleneksel resim yöntemlerini kullandılar. Büyülü gerçeklik koluysa ilerde sürrealizme köprü olacaktı.

Sergiyi ben çok beğendim. Genelde biraz uğraşsam ben de bu resimleri yapabilirim hissi uyandıran eserlerdi. Tabii ki benim çok daha fazla uğraşmam gerekecek ama olsun. Portrelerde duygulara pek yer yoktu. Hatta elbiselerde, dekorda yüz ifadesinden daha çok detay vardı. Manzaralarda gerçeklikten çok basit şekillere yer verilmişti. Natürmort eserlerde meyvelerin egemenliğine son verilmişti. Şehir temalı resimler de güzeldi. İnşaat halindeki binalara bile yer verilmişti.

En iyisi lafı bırakayım da en beğendiğim resimlerden örnekler vereyim.

Sergide sadece bir resmin fotoğrafını çekmek yasaktı. O da bir dağcı olan Luis Trenker’in fotoğraf makinesiyle olan bir dağ fotoğrafıydı. Telif hakları nedeniyle bu resmi koyamıyorum ama internette aşağıdaki gibi linklerden bu tabloya ulaşmak mümkün.

https://sammlung.belvedere.at/objects/9005/luis-trenker-mit-kamera

Pfalz galerisi (Kaiserslautern)

Bu hafta sonu Almanya’da ilk kez bir resim sergisine gittim. Ayın ilk cumartesileri bedava olduğundan bugünü seçtim. Ümit’le beraber gidecektik ve o sıkılırsa erken çıkarız diye düşündüm.

Giriş kapısında briç klübünden birisini gördüm. Biraz ayaküstü konuştuktan sonra içeri girdik. Aşırı nazik ve süper giyinmiş görevliler bizi karşıladı ve hemen bilgiler vermeye başladılar. İnsan sırf böyle muamele görmek için parasını da verip sergilere gidebilir aslında diye düşündüm. Çantaları ve ceketlerimizi kilitli dolaplara bırakıp turumuza başladık. Daha ikinci katta bizi yakalayan başka bir görevli kuzey tarafındaki bölüme kesin gitmemizi tavsiye etti. Oradaki tavana bakın önce ve sonra oturup tabloların keyfini çıkarın diye de ekledi. Nereden bilsin ki ben yön bulma özürlüyüm ve kuzey ne tarafta diye sormaya da utandım. Nasıl olsa tavanlara bakarım, en etkileyici tavanı görünce de oturur tablolara bakarım diye plan yaptım.

Özel olarak Rudolf Levy sergisi vardı. İlginç bir hayatı olmuş. Fransa’da bulunmuş, oradaki insanlardan etkilenmiş, Matisse’in atölyesinde ders almış filan ama Birinci Dünya Savaşı’nda da gönüllü olarak orduya girip Fransa’ya karşı savaşmış. İkinci dünya savaşında da Nazilerden kaçıp İtalya’ya gitmiş ama yine de SS’ten kurtulamamış ve yakalanıp Ausschwitz’e gönderilmiş ve büyük ihtimalle de yolda ölmüş.

Rudolf Levy’nin kendi portresi

Bunlar Rudolf Levy’nin eserlerinden seçtiklerim.

Rudolf Levy’nin ölmeden önce yazdığı son mektup.

Daha sonra müzedeki standard sergiyi gezdik. Buradaki eserler de çok güzeldi. Harika heykeller de vardı ama görevli kadının bize bahsettiği o etkileyici tavanı göremedik. Belki de o sözlerden sonra kilise ya da cami kubbesi gibi süslemeli bir tavan beklediğimizden hayal kırıklığına uğradık.

Standard sergiden bazı eserler.

Sonra bir ara başka bir şeyin fotoğrafını çekmek isterken telefonumu kaybettiğimi fark ettim. Eşyaları dolaba koyarken dolabın üst tarafında bir yere koyduğumu hatırladım ama daha sonra onu oradan alıp almadığımı hatırlayamıyordum. Gittiyse gitmiştir zaten diyip turumuzu rahatça bitirdik ve aşağıya indik. Tabii ki şifreli dolabımızı da şifreyi bilmemize rağmen açamadık. Bir görevli yardımcı oldu ve sonra dolapta telefonumu aramaya başlayınca telefonunuzu mu kaybettiniz diye sordu. Sanırım kaybettim dedim. O da bir telefon bulduklarını söyledi ve resepsiyondan bir telefon alıp uzattı bana. Evet, benim telefonumdu. Teşekkür edip ayrıldık.

Ümit sanırım epey sıkıldı ama resim sergilerini, müzelerini artık daha çok ziyaret etmek istiyorum.

Dün çektiğim fotoğrafların hepsi aşağıdaki instagram linklerimde:

https://www.instagram.com/p/C0YgXs1iJ0f/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0Yjqxhiovv/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YkDE0C0Zw/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YktF8i_jv/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YlOPcCyn8/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YmauMiDYW/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YmxwGi3Vj/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

https://www.instagram.com/p/C0YnMwjCyvS/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==